YÜREĞİN ÜŞÜMESİN ÇOCUK
Çaresizlik büyük küçük her insanın yüreğini burkar. Hayata tutunma gücünü zayıflatır. Bazen de tüketir. Ancak; çaresiz olan çocuksa bu sadece onu değil, onu gören herkesi derinden yaralar. Uykularını kaçırır. Birimizin dolabındaki fazla bir giyecek, başka bir yerde, bir başkasının, bayram günü giyeceği kıyafet olabilir. Son zamanlarda, o kadar çok yardımlarla ilgili haber okuyorum ki……
Bazı yardımlar da gösterilen hassasiyet beni mutlu ederken, bazılarında ise reklam kokan davranışlar içimi acıtıyor. Özellikle çocuklara yapılan yardımlar. Yapılan her yardımın sonunda çekilen fotoğrafları tek tek inceliyorum. O fotoğraflarda, çocukların yüzleri kapatılmışsa, saygım ve mutluluğum daha çok artıyor. Birde yüzleri görünen, sıra sıra dizilmiş, ellerinde yardım paketleri poz verdirilen çocuklar var ki işte onlar benim canımı yakan. Fotoğraflarda ki çocukların yüzlerini, bakışlarını, duruşlarını farklı bir gözle görmeye çalışıyorum. Empati kurmaya çalışıyorum. Onların yerine koyuyorum kendimi. Yoksulluğumu bu kadar çok ortaya koyan, yırtık ayakkabım, delik çorabım fotoğraflarla belgelenirken ne hissederdim acaba? Oysa kimse görmesin diye, sıranın altına gizleyebildiğim kadar saklardım ayaklarımı.
Köy okullarında çalışırken sık sık yardım kolileri gelirdi okulumuza. Bir çoğuna biz ön ayak olurduk. İçinde ne olduğunu bilmediğimiz bu koliler, çocuklar kadar bizi de heyecanlandırırdı. Gelen yardım kolilerini öğretmenler odasında açardık. Her öğretmen kendi sınıfındaki ihtiyacı olan çocukları belirler ve ona göre gruplara ayırırdı. İncinmesinler diye tek tek ve özel olarak verilirdi. Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi devam edilirdi. İncinmesinler, yürekleri üşümesin diye görmezden gelirdik yokluklarını. Duyarsızlık değildi bu davranışımız. Biliyorduk ki çocukken yaşanan iyi ya da kötü olan hiçbir şeyi çocuk yürekler unutmuyor. iyi ya da kötü anılar, bir ömür boyu takip ediyor onları. Hangi yüreğin daha çok kırıldığını, hangi yüreğin daha çok umutla dolduğunu bilemiyorsunuz. Nasıl bir etki bıraktığını kestiremiyorsunuz. Yurdumun bir çok yerinde yaşanan yokluğun en canlı şahitleri bizler olduk uzun yıllar. Yırtık çoraplardan giren soğuk, ıslak kar sularının bıraktığı izler, kim bilir kaç yıldır o küçük bedenin ağırlığını taşıyan delinmiş ayakkabılar, kırk yama montlar masum, tertemiz yürekleri öyle güzel sarıp sarmalıyor ki. Sadece onlar değil, yoksulluğun ıslık sesi hepsinden daha ağır gelir o çocuk yüreklere. O koca yürekli çocuklara, yardım yaparken çok hassas davranmamız oldukça önemli. Güzel bir şeyler yapalım derken, onların dünyalarına bir daha düzeltemeyeceğimiz izler bırakmayalım. Güzel anılar hediye edelim. O ayakkabıların, montların, çorapların kimden geldiğini bilmesinler. Acınarak verilen bir şeyin ağırlığı asla tartılamaz. Ecdadımız bu konuda her zaman çok hassas davranırlarmış. Mesela sadaka taşları. Öylesine narin düşünülmüş bir yardım vasıtası idi ki, o taşa uzatılan bir elin oraya yardım koymak için mi yoksa yardım almak için mi girdiğini bilemezdiniz. Osmanlı döneminde o zamanın insanları fırınlara gider ekmeğini alır ve ihtiyaç sahipleri için de ekmek alıp fırındaki askıya bırakırlarmış. İhtiyaç sahibi aileler de askıdaki ekmekten ihtiyacı kadar ekmeğini alır ve evine götürürmüş. Osmanlı döneminde sadaka taşı kadar etkili ve takdir gören, hayranlık uyandıran bir diğer uygulama ise Ramazan aylarında hayata geçen “Zimen Defteri”dir. Bu gelenek de sadaka taşı ile ortak noktası çoktur… Durumu iyi olanlar tanınmamak için kılık kıyafet değiştirir ve hiç bilmedikleri bir semte giderler. Bakkal ve esnafın sakin olduğu bir zamanı seçip -Zimen defteriniz var mı? diye sorarlar. Zimen defteri mahalle sakinlerinin borçlarının yazılı olduğu defterdir. Esnaf, zimen defteri varsa çıkarır ve zengin kişi “Lütfen baştan, sondan ve ortadan şu kadar sayfanın yekûnunu yapınız” der. Esnaf da hesaplar ve gelen kişi bu borçları kapatır. Bu yapılanların sadece birkaç tanesi. Ecdadımız “Bir elin verdiğini diğer el duymasın” felsefesini şiar edinmişlerdi. Merhamet ve muhabbeti vakıf hizmetlerine ve hayırlarına en ideal ölçülerle aksettiren ecdâdımız, bîçârelerin, fakirlerin, dulların, yetimlerin izzet ve haysiyetlerini korumak için de âzamî bir dikkat, nezâket ve gayret göstermişlerdir. Sadakayı verenle alanın birbirini görmemesini temin maksadıyla câmilerde “sadaka taşları” ihdâs etmek ve muhtaçlara dağıtılacak olan yemekleri, onların haysiyetlerini rencide etmemek için gece karanlığında dağıtmak gibi hassâsiyetle merhamet ve muhabbetin ideal ölçüde gerçekleştiği örnek bir davranış üslûbudur.
HRC MEDYA
Behiye YILMAZ
0 Yorum