YALNIZLIK SESSİZ BİR KABULLENİŞTİR
Nerede olursa olsun birinin gülen gözlerine bakmak, sıcacık yüreğini hissetmek, bir bardak çayı taze bir simidi paylaşmak gibisi var mı?
Bazı kabullenişler doğal bir sürecin sonucu ya da eklentisidir. İnsanlar çoğu kez terk edilmeyi ve yalnızlığı kabullenirler. Çünkü yapılacak bir şey yoktur. Aynı insanlar çoğu zamanda terk etmeyi kabullenirler. Çünkü yine yapabilecekleri pek bir şey yoktur. Yalnız doğarsınız. Dokuz ay beklediğiniz sessiz odadan çığlıklar atarak ayrılırsınız. Sonra en sevdikleriniz, vazgeçemem dedikleriniz bazen acı bazen güzel anılar bırakarak hayatınızdan kayar giderler. Cebinizde çakıl taşları gibi, tek tek topladığınız birkaç kişiden başka kimse kalmaz. Yüreğinize sıkıştırdığınız, sevmeye korktuğunuz birkaç kişidir onlar. Islak serçeler misali, bir dala sığınırsınız nerde ve nasıl olduğuna bakmadan. Yağan her yağmur damlası biraz korkutur biraz umut vaat eder.
Bilirsin baktığın yere seninle bakanlar aynı şeyi göremez ve aynı şeyi düşünemez. Yüzünüze yerleştirdiğiniz gülümseme, içinizdeki fırtınalara perde olur. Anlatamazsınız. Anlatsanız da anlayanı bulamazsınız. Kapanır dudaklarınız sukuta sığınırsınız. Sessizliğin büyülü perdesi aralansın, diye beklersiniz. Buz parçaları gibi soğuk, darmadağınık yalnızlığınız gülümser size. İçinizde ki her çırpınışa “umudum” der sarılırsınız. Bazen oda seni sarar sarmalar. Sonra yalnızlığınızla yaşamayı öğrenirsiniz. Kitaplara sığınırsınız. Her kitaptaki kahramanın yerine kendi bedeninizi yerleştirir, onunla güler onunla ağlarsınız. O zaman unutursunuz yüreğinize batan cam kırıklarını. Böyle durumlar kendiliğinden doğal olarak gelişen kabullenişlerdir. İnsan belki yine de zorlanır ama mantık karşısında kalp başarısız bir konuşmacıdır. Kalp ikna edilebilir oysa mantık sadece kısa bir süreliğine kandırılır. Hep böyle olmuştur. Hepimiz koca bir bizin için de ”Ben” olarak kalakalırız!
Hayatta hepimizin bazen insanların orta yerinde bazen sevdiğimiz bir kişiye bile sarılırken hissettiğimiz boşluk, yalnızlık bir aldanma mıydı? Franz Kafka‘nın , “Milena'ya Mektuplar” da bahsettiği gibi "İçi insanlarla dolu büyük evler var karşıda, gene de tek oda da bir başına olmak bir evde yalnız yaşamak, yaşamın en önemli yanı, daha doğrusu: Kimi zaman yalnız kalabilmek mutluluğun ilk koşulu." Mutluluğun ilk koşulu yalnızlık mıydı?
Aslında sosyalleşen insan sadece daha geniş bir kitlenin yalnızlığına ortaklaştı. Kitlesel yalnızlıklar yalnızların birlikteliğiyle doğdu. Böylece hep bir sonraki kalabalığa eklemlenmeye başladık. Hep bir fazla kişinin daha olduğu bir mecraya ait olduk. Sonunda anlaşılan oydu ki tek dünya vardı ve içinde de tek tek insanlar. Dünya nasıl ki evrende yalnızdı. Milyarlarca insanın oluşturduğu bir insan evreninde birey de tekti. "Tıpkı bir kasırganın merkezindeki sakin bölge gibi durgun ve bomboştum, çevremdeki karmaşanın içinde yuvarlanıp gidiyordum." (Sylvia Plath - Sırça Fanus) Hepimiz bu tanıma uyuyoruz sanki. Her birimiz, kendimize benzeyen birini aramak için yolculuğa çıktık. Bulduklarımıza kendi kusurlarımızı yükledik. Vazgeçtik, başladığımız yere geri döndük. Baktık olmuyor aşamıyoruz bu seferde, bunu aşmak adına kendimiz gibi olmayan birini aramaya koyulduk. "İnsan hiçbir zaman büsbütün yalnız değildir dünyada. En kötü durumda, bir çocuğu, bir delikanlıyı ve zamanla olgun bir adamı yani kendisinin eski bir halini bulur yanında."(Cesare Pavese - Yaşama Uğraşı Günlük)
Zira zaten herkes kendinden farklıydı. Bu arayış bir önceki arayışından pek daha az yorucu ve daha tatminkâr olmuştur denemez. Böylece insan kendinden başkasına duyduğumuz duyguya aşk diyebildik. "Sevmek, insanı yalnızlaştırıyor."(Virginia Woolf - Mrs. Dalloway) sözü gibi kurtulamadık yalnızlıktan. Yalnızlığın resmi, sonundan başka bir şey değildi insan için. İnsan kendine bakıp hissettiklerine sevgi diyebilirdi ancak. Sevgi buydu çünkü. Sevgi kendin gibi olanı sevmekti... aşk ise zorluk gerektirdiği için kendinden gayrı olanı sevebilmekti. Asıl gerçek sevgi de buydu. Herkes kendisine iyi olanı kendisi gibi olanı sevebilirdi. Ama ancak kendisinden farklı olana aşk besleyebilirdi.
Şimdilerde dostlukları klavyelere yerleştiren, sevgileri sahte sosyal medyada, sahtece arayanların yalnızlaştığı bir dönemdeyiz. Hiç görmedikleri, sıcak bir bardak çayı bile paylaşmadıkları insanlara yazdıkları hikâyeleri anlatıp duruyorlar. Kimlikleri sahte, duyguları sahte, hikâyeleri sahte. Olduklarını değil de olmak istediklerini anlatıyorlar. İlginç olanda anlatılanlara her iki tarafında inanıyor olması. Kocaman evlerde, telefona sıkışmış dostluklar o kadar çoğaldı ki. Oysa nerede olursa olsun birinin gülen gözlerine bakmak, sıcacık yüreğini hissetmek, bir bardak çayı taze bir simidi paylaşmak gibisi var mı?
0 Yorum