ULUSAL BAĞIMSIZLIK SAVAŞI’NDA İKİ SARAYLI
ŞEHZADE
Ömer Faruk Efendi, Veliaht Abdülmecid Efendi’nin çocuğu olarak 1898 yılında dünyaya gelmiştir. Postdam’da bulunan Prusya Askeri Akademisini bitirerek yurda dönmüş ve 1919 yılının aralık ayında kendisinden dört yaş büyük olan Sabiha Sultan’la birbirlerine âşık olarak evlenmişlerdir. Sabiha Sultan, Padişah Vahideddin’in küçük kızıdır. Ömer Faruk Efendi aynı zamanda kuzeni olan Sabiha Sultan’la evlenerek Padişah’ın damadı olmuştur. Ancak, Ömer Faruk Efendi her zaman Şehzade kimliğini önde tuttuğundan, yazımızda onun hikayesi Şehzade kimliği ile anlatılacaktır.
1921 yılının ilk ayları, Osmanlı Devleti ölüm kalım savaşı veriyordu. İstanbul işgal altında, Yunanlılar Anadolu’da ilerliyor, iş başında bulunan Damat Ferit hükümeti İngilizlerin güdümünde çalışıyordu. Anadolu’da bulunan yurtsever kahramanlar, düşmanla, iç isyanlarla uğraşıyor, lojistik ve ekonomik zorluklara rağmen bağımsızlık mücadelesini sürdürüyorlardı.
1921 yılının ocak ayı içerisinde bir gün, ileride son Osmanlı Halifesi olacak Veliaht Abdülmecid’in Nişantaşı’ndaki konağının kapısı çalındı. Yaveri Binbaşı Faik Bey ile Anadolu’dan gelen eski yaveri Yümni Bey karşısına dikilmişlerdi. Yümni Bey, Ankara’dan Mustafa Kemal Paşa’dan getirdiği mektubu Veliaht’a teslim etti. Mektupta şunlar yazıyordu;
“İstiklal için mücadele eden milletimin başına geçmek üzere Anadolu’ya geçmeniz mü temennadır (temenni edilmektedir) efendim. Büyük Millet Meclis Reisi Mustafa Kemal”[1]. Abdülmecid bu davet karşısında, geçirdiği suskunluk döneminin ardından biraz düşünerek, Yümni Bey’e; “Mustafa Kemal Paşa, her türlü yardımı yapacağımdan emin olsun. Ancak, Ankara’ya gelirsem benim halifeliğim ilan edilir ve ikilik olur” diyerek teklifi reddetmiştir. Babası Abdülmecid ile Yümni Bey arasındaki konuşmalara şahit olan Şehzade Ömer Faruk ret cevabını duyunca “O halde ben giderim” diyerek atılmıştır.
O tarihte Şehzade’nin Anadolu’ya geçme isteğine eşi Sabiha Sultan’ın hamileliğinin son aylarında olması ve doğumunda eşini yalnız bırakmama isteği engel olmuştur. Neslişah Sultan üç ay sonra dünyaya gelmiştir. Eşinin doğumunun ardından Anadolu’ya gitmesi için önünde engel kalmadığına inanan Şehzade, İstanbul’da gizli teşkilat Mim Mim Grubu (Müsellah Müdafaa-i Milliye) ile bağlantı kurarak Millî Mücadeleye katılma isteğini bildirmiş ve kendisinin gizli yollardan Anadolu’ya geçirilmesini istemiştir.
Gizli Teşkilat gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra hareket gününü ve yapılması gerekenleri Şehzade’ye bildirmiştir. Gitme günü geldiğinde Şehzade Ömer Faruk Efendi Padişah Vahideddin’e bir mektup yazarak ulaştırması için eşi Sabiha Sultan’a teslim etmiştir. Harekât günü Galata rıhtımından Remo Vapuruna binen Şehzade, vapurun işgal kuvvetleri askerlerince aranmasından dolayı kendisine eşlik edenlerin kilitlediği bir dolapta yolculuk yapmıştır. Kapalı, karanlık ve dar bir dolapta yapılan bu yolculuk, Şehzade’nin ileriki yaşantısında Klostrofobi (kapalı yerde kalma korkusu) hastalığı olarak karşısına çıkacaktır. Yaklaşık Bir gün süren yolculuk sonunda, 26 Nisan 1921 günü sabah saatlerinde İnebolu’ya ulaşan vapurdan inmeyen Şehzade, bir zabit aracılığıyla Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf çekerek; “Askerlik hizmetini ve vatana olan vazifesini yerine getirmek için geldiğini, durumun Meclise bildirilmesini” istemiştir[2].
Mustafa Kemal Paşa’nın 27 Nisan tarihinde çektiği telgraf Şehzade’yi üzmüştür. Şehzade’nin durumunu Mecliste istişare eden Mustafa Kemal Paşa, telgrafında “Şehzade’nin Ankara’ya gelmesinin hanedan mensupları arasında fenalıklar çıkaracağını, yanlış anlamalara yol açacağını, Milli kamuoyunu karışıklığa düşürerek önemli mahzurlara sebep olabileceğini, şimdilik İstanbul’da kalarak hizmetlerinden istifade edilmesinin uygun olacağını” bildirmiştir[3]. Hayal kırıklığına uğrayan Şehzade, İstanbul’a dönmekte tereddüt etmiştir. İngilizler tarafından tutuklanmak, sürgüne gönderilmek veya Padişah tarafından cezalandırılmaktan korkmuştur. Ancak üç gün sonra bir Yugoslav vapuru ile İstanbul’a dönmüş ve korktuklarının hiçbiri başına gelmeden Sabiha Sultan’ın evine gitmiştir.
Şehzade Ömer Faruk yıllar sonra Anadolu hikayesini anlatırken; “O yıllarda henüz yirmi üç yaşında genç ve tecrübesiz olduğunu, Sabiha Sultan’ın hamileliğinden dolayı Anadolu’ya katılmakta geç kaldığını, katılmak istediğinde ise vaziyetlerin değiştiğini artık kendisine ihtiyaç kalmadığını” ifade etmiştir. Ömer Faruk Efendi, Ankara’dan gelen telgrafı bir onur belgesi olarak çerçeveletip evinin bir köşesine asarak dostlarına göstermiştir.
DAMAT
İsmail Hakkı Bey, son Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa’nın oğludur. Berlin Harp Akademisi’ni bitirerek Kurmay subay olarak İstanbul’a gelmiştir. Padişah Vahideddin’in; Yıldız Sarayı’nda Erkan-ı Harbiye Reisi ve aynı zamanda büyük kızı Ulviye Sultan’la evlenerek damadı olmuştur.
İsmail Hakkı Bey, baştan itibaren Anadolu hareketine yakınlık duyuyor, Mustafa Kemal Paşa ile şifreli olarak çeşitli yollarla görüşüyordu. 1922 yılı başlarında Ankara Büyük Taarruz hazırlıklarına başlamış olup, birçok subaya ihtiyaç duyulmuştur. İsmail Hakkı Bey’de Anadolu’ya davet edilen subaylar arasında bulunuyordu. 1922 yılının ocak ayının ilk günlerinde İstanbul gizli teşkilatı İsmail Hakkı Bey ile temasa geçerek Ankara’ya gitme vaktinin geldiğini bildirmiştir[4].
Padişah’ın damadı İsmail Hakkı Bey, 27 Ocak 1922 tarihinde hiç kimseye haber vermeden gizli yollardan Ankara’ya katılmak için Nişantaşı’ndaki konaktan ayrılmıştır. İsmail Hakkı Bey’in Ankara’ya katıldığı haberi ertesi gün gazetelerde yer almıştır. Bu durum Padişah ve Ulviye Sultan için büyük bir saygınlık ve onur kaybı olarak algılanmıştır. Padişah Vahideddin aynı gün Sadrazam Tevfik Paşa’yı çağırarak oğlunun nerede olduğunu sormuştur. Tevfik Paşa’nın “Saray’da bulunduğunu zannediyorum” şeklinde cevap vermesi üzerine Padişah, gazeteleri göstererek “Anadolu’ya geçmiş!” Demiştir. Tevfik Paşa’nın bu seferki cevabı ise “Öyle ise vazifesini yapmaya gitmiş” şeklinde olmuştur[5].
Ulviye Sultan, kocasının habersiz bir şekilde Anadolu’ya gidişine çok içerlemiş, onuruna dokunan bu olaydan ötürü onu hiçbir zaman affetmemiştir. İsmail Hakkı Bey’in gidişinden beş ay sonra, hanedan kadınlarına verilen nikahı feshetme yetkisini kullanarak İsmail Hakkı Bey’den boşanmıştır. İsmail Hakkı Bey karısının kendisini boşadığını cephede, Gönen şehrini düşmandan geri alırken Albay Ali Bey’in getirdiği gazeteden öğrenmiştir[6].
İsmail Hakkı Bey, Millî Mücadelede Bolvadin Akhisar, Balıkesir, Gönen ve Çanakkale cephelerinde görev yapmıştır. İki defa İstiklal Madalyası ile onurlandırılarak Kurmay Yarbay’lığa terfi ettirilmiştir.
Sonuç olarak; Mustafa Kemal Paşa, siyasi ikilikler ve hanedan anlaşmazlıklarının Millî Mücadeleye zarar vereceğini öngörerek, zamansız bir şekilde Anadolu’ya gelmek isteyen hanedan üyelerinden İstanbul’da kalarak yardım etmelerini istemiştir. İsmail Hakkı Bey gibi iyi bir asker olan, hiçbir siyasi beklentisi bulunmayan, hanedan damadı olarak hiçbir makam ve mevki beklemeyen, bağımsızlık mücadelesi vererek yurdu düşman işgalinden kurtarmayı amaçlayan, yüce davası uğrunda sarayı, Erkânı Harbiye Reisliğini ve Padişah’ın kızı olan eşi Ulviye Sultan’ı gözünü kırpmadan terk edip Ankara’ya koşan kahramana ise Mustafa Kemal Paşa en yüce duygularla kucağını açmıştır.
___________________:
Hüseyin ALPASLAN
Tarihçi- Yazar.
KAYNAKÇA;
[1] Murat BARDAKÇI;” Şahbaba”, s.203, İnkılap Kitapevi, 2006, İstanbul,
[2] Zeki SARIHAN; “Kurtuluş Savaşı Günlüğü lII”, s.510, Türk Tarih Kurumu, 1995, Ankara.
[3] Zeki SARIHAN; “Kurtuluş Savaşı Günlüğü lII”, s.511.
[4] Süleyman İNAN; “Son Osmanlı Damatlarının Millî Mücadeleyle İlişkileri”, S.61, Dergi Park, 2011, Ankara.
[5] İsmail Hakkı OKDAY;” Yanya’ dan Ankara’ya”, s.449, Sebil Yayınları, 1994, İstanbul.
[6] Murat BARDAKÇI; Şahbaba”, s.212.
0 Yorum