TÜRK DIŞ POLİTİKASININ REVİZE VAKTİ
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden 24 Nisan sözde Ermeni soykırım gününde geleneksel hale gelen açıklamalarında, 1915 olaylarının yıldönümüyle ilgili yaptığı yazılı açıklamada yaşananları “soykırım” olarak tanımladı.
Joe Biden ve Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in seçim kampanyalarında Ermeni Diasporasına sözde soykırımı tanıyacakları vaadinde bulunmaları ve Nisan 2021 ayı içerisinde Diasporanın, verilen sözün yerine getirilmesi çağrısına Kamala Harris’in “sözümüzün arkasındayız” beyanı üzerine Biden’den bu açıklama bekleniyordu. Ve beklenen oldu.
Bu gelişme üzerine Türkiye Cumhuriyeti en yetkili makamlar tarafından ardarda yapılan sert açıklamalarla Biden’in açıklamasının yok hükmünde olduğu deklare edilmiştir.
1965 yılında Uruguay ile başlayan;
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
Kanada
Polonya
Paraguay
İran İslam Cumhuriyeti (Şah rejimi döneminde tanınmıştı)
Ve en son ABD Başkanı Biden ile devam eden ancak uluslararası hukuk açısından hiçbir geçerliliği olmayan (31 ülkenin), Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletini soykırım suçlamasıyla itham ve söylemlerinden başka;
ABD’nin 44 eyaleti,
Britanya’ya bağlı; Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda,
İspanya’nın; Bask ve Katalan özerk yönetimleri
de sözde Ermeni soykırım iddialarını kabul ettiklerini geçmiş yıllarda açıklamışlardır. Bu ülkelerin çoğunun Türkiye ile sözde dost (!) ve müttefik (!) oldukları görülmektedir.
Lakin; 9 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından alınan ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren 260 sayılı “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” hükümlerine göre sözde soykırım ithamıyla Türkiye’yi suçlayan ülkeler ve yöneticiler NEFRET SUÇU işlemişlerdir ve uluslararası hukuk açısından yargılanmaları gerekir.
Uluslararası hukuk açısından hiçbir hükmü olmayan bu kararlar; Yunanistan, Fransa ve İsviçre haricinde, tavsiye niteliğinde veya yerel parlamentolar düzeyindedir. Ancak Yunanistan ve İsviçre yasalarına göre 1915 olaylarının soykırım olduğunu kabul etmemek suçtur ve kabul edilmediğini açıklayanlar bu ülkelerde ceza-i müeyyideye tabi tutulmaktadırlar.
***
ABD Başkanı Biden dahil olmak üzere Türkiye’yi soykırımla suçlama cüretinde bulunan ülke ve yöneticilerinin, bu kararları alırken; yasal bir zemini olmaksızın yalnızca siyasi popülist fikirlerle hareket ettikleri muhakkaktır ve bunu bizzat kendileri de bilmektedirler. Çünkü BM’nin 260 sayılı kararı gereği bir olayın soykırım olarak ilan edilebilmesi için; yasal bir mahkemenin ceza kararı veya Uluslararası Adalet Divanı tarafından alınmış bir karar olması gerekmektedir. Dolayısı ile Türkiye’yi sözde soykırım ile suçlamak başlı başına bir suçtur. Ki bunun birçok emsal kararı vardır.
Uluslararası hukuk açısından ve tarihi gerçekler böyleyken hukuki geçerliliği olmayan ama sözde soykırımın ABD Başkanı Joe Biden tarafından resmi olarak tanınması, hem ABD yönetimini tarihi bir yanlışlığa, hem de ABD devletini tarih önünde sorumlu duruma düşürmüştür.
Zira tarihi vesikalar incelendiğinde;
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı Devleti topraklarının İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya ve Yunanistan tarafından işgal edildiği dönemde bir grup Osmanlı askeri ile siyasi ve bürokratları “Malta Sürgünleri” olarak bilinen ama gerçekte “Ermeni Kırımı” suçlamasıyla İngilizler tarafından göz altına alınmışlar ve Malta Adası’na götürülerek yargılanmak istenilmiştir.
Osmanlı Hükümeti’nin Tehcir Uygulama Emirleri ve tehcir işlemleriyle ilgili bütün resmî belgeler bu nedenle İngiliz işgal kuvvetleri tarafından Londra’ya götürülmüş ve İngiliz Yüksek Komiserliği tarafından Malta Yargılamalarında kullanmak üzere delil araştırmaları yapılmıştır. Ancak aradıkları nitelikte bir somut suçlama için delil bulunamamıştır. Halen İngiliz arşivlerinde olan bu belgelerde aradığını bulamayan İngiliz Yüksek Komiserliği, sözde soykırım yalanları için önemli kanıtlar arasında gösterilen Arnold Toynbee’nin “Mavi Kitap” isimli kitabında bahsedilen iddialarını ciddiye almamıştır. Zaten ilerleyen yıllarda Toynbee kitabı kurgulayarak yazdığını itiraf etmiştir[1].
İngilizlerin sözde soykırım için delil bulamamaları ve Türklerin yargılanabilmeleri için hukuki zeminin olmadığının anlaşılmaya başlaması üzerine İngiltere Savaş Bakanı Winston S. Churchill’in “Malta’da tutuklu Türklerin ilk uygun fırsatta serbest bırakılmaları” önerisini[2] kabul etmeyen İngiltere Başbakanı David Lloyd George ve İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Türkler hakkında “Ermeni Kırımı” suçlamasıyla dava açılmasında özellikle ısrarcı olmuştur.
Bütün araştırmalara rağmen Türkleri suçlayacak delil bulunamaması üzerine İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 31 Mart 1921 tarihinde Washington Büyükelçisi Sir Auckland Campbell Geddes’e bir telgraf çekerek Amerikan arşivlerinde sözde Ermeni soykırımı için Türkleri suçlayabilecek ve kovuşturmaya yarayacak deliller bulunup bulunmadığı konusunda bilgi talep etmiştir. 13 Temmuz 1921 tarihli cevap ile “Amerikan arşivlerinde suç kanıtı belgelerin olmadığı, kaleme alınan bazı beyanların ise kişisel görüşlere ve dolaylı duyumlara dayalı olduğu” bildirilmiştir. Cevabın en önemli kısmı ise “Amerikan Dışişleri yetkililerinin verecekleri kanıtların hiçbir hukuk mahkemesi için yeterli delil niteliği taşımadığı için mahkeme önünde kullanılmasını arzu etmedikleri” özellikle belirtilmiş olduğudur[3]. İngiltere Hükumeti’nin bütün gayretlerine rağmen 1915 Ermeni tehciri konusunda Türkler sözde Ermeni soykırım yalanıyla suçlanamamış, aradıkları delil bulunamamış ve İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından “kanıt yetersizliğinden dava düşürülmüş” ve Türkler aklanmıştır.
Unutulmaması gereken bir diğer husus ise; Birinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü şartları yaşanırken cephe gerisinde masum sivil Müslüman ahaliye saldıran ve tebaası olduğu Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanarak düşmanla işbirliği yapan Ermeni komitacıların 06 Şubat 1915’te başlattıkları katliam ve saldırıların[4] durdurulabilmesi amacıyla dönemin şartları gereği uygulanmak zorunda kalınan tehcir nedeniyle soykırımla Türkleri suçlayanlar bunun yalandan ibaret olduğunu fevkalade bilmektedirler. Zira başta Ermenistan ve ABD olmak üzere Batı’nın emperyalist devletleri, 1915 olayları ile ilgili ellerinde bulunan arşivleri açmaya yanaşmamaktadırlar.
Bir diğer husus ise; o günkü verilere göre 1.300.000 oldukları görülen Osmanlı vatandaşı Ermeniler, nasıl oluyor da 1.500.000 kayıp verebiliyor? Hal böyle olsaydı o dönem Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bir tane bile Ermeni’nin kalmaması gerektiği bilinçli olarak göz ardı edilmektadir. Kaldı ki Ermeni tebaanın bir kısmı zorunlu göç ve iskana tabi tutulmuş, ancak o günün şartlarında imkanlar el verdiği kadar her türlü ihtiyaçlarının karşılanması yasal hükümlere bağlanmıştır. Maksadı soykırım olan bir devlet böyle bir yükümlülük yasası yapar ve uygular mıydı? Lakin şartlar gereği göç esnasında yollarda maalesef ki can kayıplarının kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Dolayısı ile yaşanan Ermeni kayıplarının göç esnasında meydana gelen aksaklıklara bağlı olduğu da tarihi belgelerde görülmektedir.
Sonuç Olarak;
Yıllardır ABD Başkanlarının her 24 Nisan’da ne diyeceği beklentisi artık sona ermiş, hatta ABD, sözde son kozunu da harcamıştır. Ancak Türkiye karar alıcı mekanizmaları ABD’yi takip etmesi muhtemel ülkeler başta olmak üzere sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı daha proaktif dış politikalar oluşturmalıdır. Türkiye öncelikle iç kamuoyuyla ve dış politikalarıyla yeni bir dış politika dizayn etmeli, dost ve müttefik ülkeler tanımını yeniden yapmalıdır.
12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren BM’nin 260 Sayılı “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” sinde tanımlanan hükümlere göre Türkiye’nin suçlanamayacağı ve hükmün geriye işletilemeyeceği hususunun uluslararası hukukun bir gereği olduğu konusunda geniş çaplı bir dış politika atağı başlatması elzemdir. Ve bu politikanın değişmez devlet politikası olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararı ile tescil edilmelidir.
Türkiye’nin ABD Büyükelçisi derhal geri çağrılmalı ve İncirlik başta olmak üzere Türkiye’deki Amerikan üslerine el konularak 15 gün süre içerisinde bütün Amerikan askerleri Türkiye’den çıkartılmalıdır. Çünkü ABD’nin düşmanca tavırlarının artık bir tık sonrasının olası bir işgal veya savaş haline evrilmeyeceğinin garantisi olmadığı ortaya çıkmıştır.
ABD Başkanı Biden’in ve daha önceki devletlerin kararları ne olursa olsun Türk Milleti ve devletinin sözde soykırımı iddialarında geçen suçlamaların hiç birisini yapmadığı gerçeğini değiştiremeyecektir. Zira ellerinde kanıtları yoktur. Bilakis arşivler esas soykırımcıların Ermeniler olduğunu onlarca belge tescil etmektedir. Dolayısı ile asıl soykırıma uğrayan bizatihi Türklerdir ve Anadolu’nun masum Müslüman halkıdır.
ABD’nin Türkiye politikalarıyla, ABD Başkanı Biden’in Ermeni yalanları üzerinden hareketle sözde soykırım suçlamasıyla yaptığı çıkışı, iki ülke ilişkilerine büyük zarar vereceği kesindir. Ancak Türkiye, zaman geçirmeksizin ABD’nin kirli tarihi üzerinden karşı hamlelerini başlatmalıdır. Çünkü Kızılderilileri sistematik soykırımlara tabi tutan ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde sırf nükleer silahların etkisini test etmek amacıyla Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombası atmıştır. Yüzyıllar boyu Afrika’dan getirilen insanların insanlık onuruna yakışmayacak şekilde hangi şartlarda köle olarak kullanıldıklarını uluslararası kamuoyu gayet iyi bilmektedir. Uluslararası kamuoyu ABD’nin Vietnam’da, Irak’ta ve onlarca ülkede milyonları aşan masum insanları katlettiğini de gayet iyi bilmektedir.
Türkiye uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek için hazırlıklarını yapmalı ve hatta Amerikan soykırımlarını TBMM’nde oylamaya sunarak misliyle karşılık vermelidir. Zira 1952 öncesi için “soykırım hükümlerinin geriye işletilemeyeceği” gibi bir açıklama muhtemelen ABD yönetiminden de gelecek ve kendisiyle nasıl çelişebildiği görülebilecektir. ABD yönetimi kendi kirli tarihini unutarak Türkiye’yi sözde soykırım ile suçlamakla, geçmişini kamufle etmeye çalıştığı muhakkaktır fakat mızrak çuvala sığmamıştır.
Türkiye’nin ABD ile ilişkililerini yeniden gözden geçirme vakti uzun bir süredir gelmiştir. Çünkü ABD’nin Türkiye politikaları ve bölgesel hamleleri incelendiğinde Türkiye’ye karşı düşmanca ve kuşatmacı bir çizgiyi, sapma olmaksızın yürüttüğü görülmektedir.
Son söz olarak; son yaşananlar da göstermiştir ki Türkiye; Rusya, Çin ve İran ekseninde dış politikasını “yağmurdan kaçarken doluya tutulmayacak şekilde” yeniden dizayn etme vakti gelmiştir. Türkiye, buradan hareketle “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için”; küçük-orta ve ağır sanayisinden, yazılım teknolojisine, silah sanayiinden, tarım sektörüne olabildiğince yerli ve milli üretim sektörünü oluşturarak kendi kendine yeter hale gelebilecek hamlelerle birlikte, uluslararası komu oyunda daha farklı fazla stratejik ortak ile hareket edebilmelidir.
:
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] Uluç GÜRKAN; “Malta Yargılaması – Özgün İngiliz Belgeleriyle-”, ss.78, 83-84, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014.
[2] Uluç GÜRKAN; a.g.e. ss.73.
[3] Uluç GÜRKAN; a.g.e. ss.84-89.
[4] Samuel A. WEEMS; “Ermenistan -Terörist Hıristiyan Ülkenin Sırları-”, İleri
0 Yorum