Türk Dayanışmasına Yönelen Büyük Tehlike
Bağımsız Türk devletleri son yıllarda birlik ve beraberlik yolunda çok önemli adımlar atmaya başladılar. Özellikle çok tecrübeli bir diplomat olan Bağdat Amreyev’in Türk Konseyi Genel Sekreterliği’ni üstlenmesinden sonra Türk ülkeleri arasındaki ilişkiler her alanda gelişmeye ve süratlenmeye başladı. İlişkiler çeşitlendi ve güçlendi.
Sadece siyasi ve kültürel olarak da değil, devletlerarasındaki ilişkilerin sağlıklı devam edebilmesinde çok önemli bir temel olan ekonomi alanında da ortak kurumlar oluşturulmaya ve güç birliği yapılmaya başlandı. Bu bağlamda üye ülkelerin odalar ve borsalar başkanlıklarının katılımıyla Türk Konseyi Odalar ve Borsalar Birliği kuruldu.
Türk devlet başkanları da aralarındaki yakınlığı arttırabilmek için güçlü irade ortaya koymaya başladılar. 2019’daki Bakü Zirvesi’nde Türk dünyasının aksakalı Nursultan Nazarbayev’in önerisiyle 2040 Vizyonu kabul edildi ve Türk devletlerinin her alanda daha sıkı işbirliği yapması yolundaki irade yeniden teyit edildi. Çok önemli bir başka gelişme olarak da Özbekistan Türk Konseyi de katıldı.
Bu yılın 31 Mart’ında Kazakistan’ın Türkistan şehrinde, Çin virüsü salgını nedeniyle çevrimiçi gerçekleştirilen özel zirve toplantısında da ortak coğrafya algısı ve birliği gündeme geldi ve bu bağlamda Türkistan şehri, Türk dünyasının manevi merkezlerinden biri olarak ilan edildi. Türkistan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin şehri olmasının yanı sıra sahip olduğu mana itibariyle son derece sembolik bir yerdir. Çünkü Türkistan, “Türklerin Yurdu” anlamına gelir ve Sovyet öncesi dönemde bugünkü bağımsız cumhuriyetlerin bulunduğu coğrafyanın tümünün adı iken daha sonra sadece bir şehir adı haline getirilmiştir. İşte bu adın manevi iklimi altında bir araya gelme iradesinin gösterilmesi elbette son derece önemlidir.
Bu gelişmelerin Türk dünyasının birlik ve beraberliğini, yakınlaşmasını arzu etmeyecek bazı ülkeler tarafından hoşnutsuzlukla karşılanması aslında beklenmeyen bir durum değildi. Ancak bunun için ne zaman ve ne şekilde harekete geçecekleri merak ediliyordu. Bu merak uzun sürmedi ve 29 Nisan günü Kırgızistan’a Tacikistan’ın saldırısı ile ilk adım atılmış oldu.
Bilindiği gibi Orta Asya devletlerinin, daha önce beraber yaşadıkların sınırları Sovyetler Birliği tarafından bilinçli ve geleceği hesaplayarak çizilmiş ve gerek demografik gerekse yer üstü ve yer altı kaynakları bakımından çatışmalara yol açabilecek bir şekilde çizilmişti. Amaç, kritik zamanlarda çeşitli kışkırtma ve provokasyonlarla ülke halkları ve devletlerarasında gerginlikler, çatışmalar çıkarılmasına uygun bir zemin meydana getirmekti. Bağımsızlıktan sonra, Sovyet döneminde oluşturulan anklav ve eksklavlar sonucu birçok kanlı çatışma yaşanmış ve gerginlikler meydana gelmişti. Ancak bu son olayın mahiyeti çok farklı olduğunu görüyoruz.
Çatışmanın görünürdeki sebebi, Kırgızistan-Tacikistan sınırında bulunan Isfara Irmağı üzerine kurulu su havzasına Taciklerin kamera takma isteklerinin yerine getirilmemesidir. Tacikistan’ın bölgedeki yetkililerinin agresif tutumundan dolayı sınır bölgesinde yaşayanlar arasında mahalli bir kavga olarak başlayan olaylar Tacikistan askerinin dahil olması ve ağır silahlar kullanması üzerine trajedi boyutuna ulaştı. 40’a yakın sivil Kırgız hayatını kaybetti, onlarca Kırgız köyü yakılıp yıkıldı.
Böylesine sıradan ve görüşmeler ile halledilebilecek bir konunun askeri bir çatışmaya dönüştürülmesi ve iki ülke arasında bir savaşın çıkması için Tacikistan tarafının elinden geleni yapması sıradan bir olay değildir.
Öncelikle Tacikistan, daha kendi içindeki iç savaşları tamamen denetime alamamış bir durumdayken, gerek askeri gerekse ekonomik ve siyasi gücü bir savaşı yürütebilecek kapasiteden çok uzakken, savaş çıkması için provokasyon yapmasının ardında elbette başka saikler vardır.
Öncelikle Tacikistan, en fazla Rus askerinin bulunduğu Orta Asya ülkesidir. Denilebilir ki sınırları Ruslar tarafından kontrol ediliyor. Siyaseten de Rusya’ya en fazla angaje olmuş ülkedir. Diğer taraftan, Çin’in en fazla ekonomik yatırım yaptığı, kelimenin tam anlamıyla borç vererek tüm ekonomisini ele geçirdiği bir ülkedir. Boğazına kadar Çin’e teslim olmuş bir manzarası vardır. Son olarak da, her ne kadar Sünni ve Hanefi bir akideye sahipse de, Fars milliyetçileri de güçlenmektedir ve İran bu kanalla Tacikistan’da belli bir etkinliğe sahip bulunmaktadır.
Yani kısacası, Tacikistan Türk dünyasının içine sokulmuş bir Ermenistan yapılmaya çalışılmaktadır. Son olay da aslında Türk dünyasını bir sınama hamlesi gibi görünmektedir. Şayet bu gerginlikte Türk dünyası birlik ve beraberliğini yeterince gösteremezse bu konu üzerinden daha başka provokasyonların yaşanması da beklenmelidir.
Tabii, bu arada üzerinde durulması gereken çok önemli bir konu da, Büyük Türkistan’ın ayrılmaz bir parçası olan, Türk kültür ve medeniyeti içinde yer alan, bağrında Türk dünyasına hizmet etmiş çok sayıda aydın ve devlet adamı yetiştiren Tacikistan’ın nasıl olup da Rusya’nın, Çin’in, İran’ın etkisine bırakıldığıdır. Malum Enver Paşa bile bugünkü Duşenbe yakınlarındaki bir çatışmada şehit düşmüştür.
Son olaylarla ilgili bize düşen de aman dikkat demektir.
0 Yorum