TARİHİ VE KÜLTÜREL ZENGİNLİKLERİMİZ GÖRÜLMELİ
Mersin'de gezilecek ve görülecek olan tarihi ve kültürel zenginliklerimiz.
Bugün altı aydır hasretini çektiğim Akdeniz'in güzelliğini görmeye geldim. Akdeniz’in mavisi ruh dünyama hep iyi gelir. Kısa süreli de olsa sıkıntılarımı kıyıya çarpan dalgalar alıp götürür. Ruhuma enerji verir, tazelik verir.
Çukurova'yı 26 yıldır kendime memleket edindim. Yoğun çalışmaktan, koşuşturmaktan ve son zamanlarda Corona virüsten dolayı sevdiklerimizi görmeye, gezmeye, yeni yerleri görmeye hasret kaldım. Hâlbuki ben doğaya âşığım. İçimdeki tüm sıkıntılarımı yeşili ve denizin mavisini gördüm mü unutur, mutluluğa sarılırım. Yeni şiirlerime farklı konular bulur, kalemimle dertleşirim.
Kafamda bir plan yaptım! Eşimi biraz zor olsa da razı ettim ve boş olan üç günümü özlediğim renklerle buluşmaya ayırdım. Derdim, burnumun dibindeki güzellikleri gezip görmek. Cennet ülkemin güzel nimetleriyle ruhumu doyurmak!
Bu yolculukta planım; Mersin'in Anamur, Bozyazı ve Aydıncık ilçelerini ve Tarsus Anamur arası yol boyu gördüğüm, duyduğum tarihî ve doğal güzelliklerini gezmek, görmek ve benim gibi tarih, doğa âşıklarına anlatabilmekti. Bence, gezdiğimiz yerlerde gördüklerimizi anlatmak boynumuzun borcu. Aslında bu da bir sadaka çeşidi! Görgüsüzlük değil görev bilinci. Bence herkes böyle yapmalı. Bazen çok istememize rağmen göremediğimiz yerleri kalemlerin dilinden dökülen sözcüklerin sayesinde gezeriz, bilgi sahibi oluruz ve hayaller kurarız kendimizce.
Bu riskli dönemde zor olsa da içimdeki isteği artık bastıramıyordum. Bedenimin ve ruhumun ihtiyacını karşılayacaktım. Bazen bazı istekleri bastırmak büyük kayıplara sebep oluyor! Bu güzel iki günün hazırlığını hemen yaptım.
Tarsus’tan Yemuşkumu’na heyecanla yola çıktık. Yol boyu şeftali, badem, erik ağaçları çiçekleri, gözü gönlü okşuyordu, sabırsız erkenci baharı müjdeliyordu bize. Dalında nazlı gelin gibi süzülen portakal ve limonlar ayrı bir güzellikti. Turuncunun tonları yarışır gibiydi. O gece Yemuşkuyu’ndaki evimizde kaldık. Ertesi sabah Antalya’ya doğru yola çıktık. Birkaç saat sonra Anamur’a girer girmez Mamure Kalesi bizi hemen karşıladı. Tamiratta olunca içini gezemedik ama kalenin büyülü duvarları bile tarihî yolculuğu fısıldıyordu, bize. Kalenin önünden akan derede dolaşan irili ufaklı kaplumbağalar selam verir gibiydi bize. Sanki mahalleli kadınlar bir araya gelmiş koyu bir sohbetin belini kırıyorlardı. Bir sürü kaplumbağa bir arada… Sevimli kaplumbağalar günlük yaşam düzenlerini yaşıyorlardı. Tekrar yola koyulduk. Büyüklü küçüklü seralar sancılı gün bekliyorlardı sanki. Gözün gördüğü her yerde Anamur'da muz ve çilek seraları toprağın rengini kapatmıştı. Sanki muz ve çileğin başkentine gelmiştik.
Anamur Batı ve Doğu Akdeniz’in tarihî ve doğal güzelliğini koynunda barındırıyordu. Mavi, yeşil bir arada kucak kucağa… Anamur, Alanya’ya komşu sayılır. Tarihî ve doğasıyla fazlası var, eksiği yok. Gerekli tanıtımı olmadığında bu tarihî mekân hak ettiği değeri ne yazık ki göremiyor. Gerek iç turizm gerekse dış turizmde Anamur Alanya ile karşılaştırıldığında çok geride kalmış. Bu da içimi acıttı doğrusu. Var olan güzelliğin üstünü kapatır ona sahip çıkmazsak kaybolmaya mahkûmdur. Alanya ve Anamur’u görenler bu farkı hemen benim gibi fark eder, üzülürler. Biz toplum olarak değerlerimize sahip çıkamıyoruz. Gerekli ilgiden yoksun bırakıyoruz.
Anamur Mamure Kalesi: Anamur Mamure Kalesi’ni ikinci kez görüyordum. Akdeniz’in hemen kıyısında yer alan Kale, deniz ile iç içe. El ele, gönül gönüle, asırlardır sarmaş dolaş. Bu kalenin ne zaman, kim tarafından yapıldığı tam olarak bilinmiyor. Bilinen tek şey bu kalenin tarihî ve görünüşü bambaşka güzellikler barındırdığı. Mamure Kalesi’nin Mersin merkeze uzaklığı 216 km’dir. İlk gördüğümde görkemli görünüşü beni büyülemişti. Tıpkı Gaziantep, Kars, Alanya’daki kaleler gibi.
Anamur Mamure Kalesi üç bölümden meydana gelir. Kalenin yüzölçümü tam 23,500 m2’dir. Kale, Orta Çağ dönemine ait olsa da her çağda yıpranmışlık ve yapılan restorasyonlarla günümüze kadar ayakta durabilmiş, adeta zamana direnmiş, var gücüyle savaşmış. Yaşamaya, dik durmaya, zor doğa koşullarına dayana dayana çok zor olsa da günümüze kadar gelmiştir. Bu kale sert kayalıkların üzerinde kurulmuş mağrur bakışlı bir yâr gibi. Genelde kaleler savunma amaçlı yapılmışlardır. Kalenin etrafı 10 mt genişliğinde hendekle çevrili. Zamanla içindeki kiliseler yıkılıp cami yapılsa da şahit olduğu o dönemlerin izlerini hâlâ günümüze taşımaktadır.
Kalenin çift katlı duvarları, 39 kulesi, camisi -caminin ilk yapılışının Karamanoğulları dönemine ait olduğu bilinmektedir- hamamı, su sarnıçları, gözetleme kulesi ve daha birçok tarihî güzelliğiyle gelecek misafirlerini bekliyor. Bu kale Türkiye’nin en büyük kaleleri arasındadır. Yüzyıllardır birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanlı ve Osmanlı uygarlıklarının izlerini taşımaktadır. Nelere, kimlere şahit olmuştur bu ağırbaşlı duvarlar. Asırların dili olsaydı biz insanların doğaya verdiğimiz zararı bize haykırırlardı! Yükselen sesler yankılanır, kulaklarımız bu sese dayanmaz, duyma hissini bile kaybedebilirdik. Öyle ya asırlardır bin bir zahmetle yaptığımız, koruduğumuz o yapıtları bazen bir anda küçücük çıkarlarımız, bencil hırslarımız için yakıyor, yıkıyor, yok ediyoruz.
Mamure kalesi sanırım Anamur merkeze 6 km’dir. Mamure Kalesi’nden istemeden ayrıldık çünkü tam gezemedik, doymadık. Anamur merkezi bir turladıktan sonra Köşekbükü Astım Mağarası’na doğru yola koyulduk."Köşekbükü Astım Mağarası”nı ilk kez gezdim, manzarası muhteşemdi. Buraları görmemek büyük kayıp. Damlataş Mağarası’nı öve öve anlatanlar buraları görseler acaba ne yaparlar?
Aynalı Göl Mağarası (Gilindire), Kızkalesi Astım Mağarası, Tarsus Taşkuyu Mağarası ve Köşekbükü Astım Mağarasını görmeyenler bilemezler güzelliklerin değerini. Âdeta doğa mucizevî bir güçle bizi büyülüyordu. İçimdeki şükre defalarca sarıldım. Rabbimin kuluna bahşettiği bunca güzelliği görmek, hissetmek ve tarihî yolculuğun tadını almak ne güzel.
Çobanlar, inatçı keçilerin ve diğer küçükbaş hayvanların peşinden koşarken girintili, çıkıntılı oyuklu yerlere cesaretle, merakla girerek bizlere bu mağaraları kazandırmışlardır. Yoksa binlerce km’lik dağların aralarında yeraltına gizlenmiş, asırlardır oluşumlarını bekleyip sessiz sedasız uykuya dalmış bu güzelliklerin keşfine tanıklık yapamayacaktık!
Köşekbükü Astım Mağarası: Anamur’a yaklaşık 10 km uzaklıkta. Yol boyu hep seralar kaplamış toprağı, toprağın rengi görünmüyordu âdeta. Ya seralar ya da çam ağaçlarının güzelliği gözün alabildiğince yeşilin zevkine varmasını sağlıyordu.
Köşekbükü Astım Mağarası, çam ağaçlarının arasında, yeşil renklerin cümbüş ettiği bir mağaradır. Geçmişi 20 milyon yıla dayandığı tahmin ediliyor. Son on yıldır gerek ışıklandırılması gerek çevre ve yol ulaşım için yeni düzenlemeler, çalışmalar yapılmış ve kolaylıklar sağlanmış. Mağarada nem oranı %80, hacim basıncı 762mm, sıcaklık 18ºC, rutubet %82 olarak bilinmektedir. Yaklaşık mağaranın kapladığı alan 500 m²’dir. Sarkıt ve dikitler çok görkemli. Mağaranın iç güzelliği tek kelimeyle muhteşem.
Anamuryum Antik Kenti: Tarihle doğa iç içe, âdeta yüzyıllara meydan okuyan o eski yapılar ve Akdeniz'in mavisi göz göze sevişir gibi. Gördükleriniz hayal dünyanızı zorluyor. Geniş bir alanı kaplayan bu yapıtların bir kısmı artık yıkılmış olsa da burada tarihî bir zenginlik var ve doğa misafirperverliğini size fütursuzca gösteriyor! Buradan yolu geçenleri beklercesine masum ve anlamlı bakıyor gibiydi.
Anamuryum, rüzgârlı yer anlamına gelmekteymiş. Akdeniz’e bakan bu tarihî yapıtlar hamam, su kemerleri, tiyatro gibi birçok bölümden oluşuyor. 4. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen bu tarihî yapılar, bizi gizemli bir yolculuğa çıkarıyordu. Sahili, renkli taşlarla pırıl pırıl parlıyordu, suyun rengi muhteşemdi. Mevsim uygun olursa bu tarihî mekânda hem piknik yapılıyor, hem de bu güzel denize giriliyormuş. Şartları zorlayıp bu güzellikleri görmeye mutlaka gelmelisiniz.
Aydıncık’da birçok güzellik olsa da, tarihi yüreğe dokunsa da, en başta Aynalı Göl Mağarası (Gilindire)ve dört ayaklı anıt mezar dikkatimi çekti. Kısa zaman içinde koşuşturmayla ancak ikisine plan yapabildim.
Aynalı Göl Mağarası: Aydıncık ilçesine sadece 7,5 km uzaklıkta. Aynalı Göl Mağara’nın, kirpi meraklısı iki arkadaşın bir kirpinin peşine düşmesiyle bulunduğu rivayet ediliyor. Bu mağaradaki görüntü iki arkadaşı şaşırtmış, büyülemiş. Parlayan sarkıt ve dikitlerin yüzeyleri bir elmas hazinesine düşer gibiymiş! İki arkadaşın hayal dünyalarını zorlayan şaşkınlığı geçtikten sonra ilgili makamlara haber verilerek gerekli çalışmalara başlanmış.
Bu güzellikler 1999 yılında bulunsa da mağaradaki oluşumların zamanları tam olarak bilinmemektedir. Tahmini otuz milyon yılda oluştuğu söyleniyor. Mağaraya inmek için kullandığımız demir basamaklara dönüp baktığımızda şaşırmıştım. Aşağıdan yukarıya bakıldığında merdivenlerin görüntüsü yüksek bir apartmanı andırıyordu. Mağaraya giriş kapısı ise Akdeniz’e bakıyor. Mavinin güzelliği gözlere ve ruh dünyasına bayram ettiriyordu.
Mağaraya iniş için 560 basamak inmek gerekiyor. Mağaranın içi olağanüstü; damla taşlar, farklı figürlerle sarkıt ve dikitler hayal dünyasını zorluyor. Aydınlatma ve merdivenler sizi yönlendiriyor. Muhteşem güzellik ise sizi merdiven basamaklarının bitiminde bekliyor! Buradaki göl anlatılamaz ancak görülürse değeri anlaşılabilir. Mağara içindeki ortalama nem oranı % 80, sıcaklık değeri ise 25°C’dir. Kalın giyilmedikçe üşüme veya terleme olmuyor.
Tahmin ettiğim gibi muhteşem kareler yakaladım. İki günlük boşluğumu biraz yorucu olsa da dolu dolu geçirdim. Bozyazı ve Aydıncık Öğretmenevinde birer gece kaldıktan sonra tekrar Tarsus’a doğru yola koyulduk. Yol boyu gördüğümüz koylarda kısa molalar verdik. Akdeniz'in tuzlu suyuna ayaklarımızı daldırdık. Güzel manzaralar gördüğümüz zaman durup fotoğraf çektik.
0 Yorum