TARİH SÜZGECİNDE EGE ADALARI SORUNU
TARİH SÜZGECİNDE EGE ADALARI SORUNU
TARİH SÜZGECİNDE EGE ADALARI SORUNU
Hüseyin ALPASLAN
Giriş
Ege adaları; İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Londra Protokolü ile Yunanistan’ı bağımsız bir devlet olarak ilan ettikleri 3 Şubat 1830 tarihine kadar kesintisiz olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında kalmıştır. 7 Mayıs 1832 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığını resmen tanıyan Osmanlı İmparatorluğu; “Mora ve Attika Yarımadaları ile Ege Denizi’nde Fatih Sultan Mehmet döneminde 1470’te elde ettiği Eğriboz ve İskiri dâhil Şeytan Adalarını ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1534–1545 arasında hâkimiyetine aldığı 26° doğu boylamı üzerindeki Yamurgi Adası da dâhil olmak üzere genel olarak Kiklat Adaları diye anılan adaları Yunanistan’a bırakmıştır.”[1] İstanbul Antlaşması ile Ege Denizi’nde Yunanistan’a bırakılan adalar dışında kalan diğer adalar ise Trablusgarp ve Balkan Savaşları’na kadar Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde kalmıştır.
Ege Denizi’nde bulunan ve Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim bölgelerde uyguladığı yönetim şeklinden ismini alan On İki Adalar dediğimiz büyüklü küçüklü 20’den fazla ada ve adacıktan oluşan toplu adalar grubu ile genellikle kuzeyde kalan diğer Ege Adaları’nı; içerdikleri jeopolitik ve stratejik durumları ile siyasi tarihlerinde gösterdikleri farklılıklardan dolayı ayrı başlıklar altında anlatacağım;
On İki Adalar (Menteşe Adaları) Sorunu
19’uncu yüzyılın ikinci yarısında Alman ve İtalyanların ayrı idareler ve yönetimler halinde bulunan prensliklerinin ve kentlerinin birleşmesi ile tek devlet haline gelmeleri; Avrupa’da siyaset ve ekonominin değişimiyle beraber çağdaş kapitalizmin yeniden şekillenmesine yol açmıştır. İngiltere ve Fransa’nın sömürgecilik yarışına katılmak isteyen Almanya ve İtalya; yeni ittifaklar oluşturarak, İngiltere ve Fransa lehine olan dengeleri bozmuşlardır. İtalya’nın, 350 yıldır Osmanlı hakimiyetinde bulunan Trablusgarp ile olan ilişkisi de sömürgecilik yarışına dahil olmak istemesinin bir sonucudur.
29 Eylül 1911 tarihinde Osmanlı Devleti’ne ültimatom veren İtalya, Trablusgarp’ta savaş ilan etmiş ve çabuk sonuç alacağı kanaati ile işgal girişimine başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin bir avuç kahraman ile yerel halkı örgütleyerek yaptığı direniş İtalya’yı şaşkına uğratmış ve işgalden umduğunu bulamamıştır. Trablusgarp’ta prestij kaybına uğrayan İtalya içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için savaşı başka cephelere kaydırmayı ve Osmanlı Devleti’ni sıkıştırmayı düşünerek Ege Denizi’nde bulunan On İki Adaları işgal etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Rodos dışında işgal edilen adalarda esaslı bir Türk yerleşmesi bulunmuyordu[2].
Balkanlar’da bir süredir Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak kurulması yolunda yapılan çalışmalardan haberdar olan Osmanlı Devleti Hükumeti, İtalya ile görüşerek Trablusgarp Savaşı’nı bitirmek ve barış yapmak istemiştir. İki devlet arasında ağustos ayında başlayan görüşmeler 15 Ekim’de sonuçlanarak 18 Ekim 1912’de barış antlaşması imzalanmıştır. İsviçre’nin Lozan şehrinin Uşi semtinde imzalanan antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti Trablusgarp’tan askerlerini çektikten sonra İtalya’da On İki Adalar’dan çekilecektir[2]. İtalyanlarla antlaşma yapıldığı tarihlerde dört Balkan Devleti ittifakla Osmanlı Devleti’ne savaş açmışlardır. Balkan Savaşı’nda On İki Adalar’ın Yunanistan’ın eline geçmesinden çekinen Osmanlı Devleti, On İki Adalar’ın Balkan Savaşı bitene kadar geçici olarak İtalya’da kalmasını uygun görmüştür. Ancak, Balkan Savaşları’nın ardından yapılan antlaşmalarla çözüme ulaştırılamayan ve büyük devletlerin (İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İtalya) alacağı kararlara bırakılan On İki Adalar sorunu; 1914 yılında, büyük devletlerin temsilcilerinin yer aldığı Londra’da yapılan Elçiler Konferansı’nda görüşülmüş ve Meis Adası dışında İtalya’nın işgal ettiği adaların İtalya’ya verilmesi kararı çıkmıştır. Bu kararın hukuki nitelik kazanması için Osmanlı Devleti ile İtalya arasında ayrıca ikili bir antlaşma yapılması gerektiği halde Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasını fırsat bilen İtalya On İki Adalar’ı kendi topraklarına katmıştır[4].
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’un ve Anadolu’nun işgaline karşı Türk Milleti’nin direniş gösterdiği, Ankara’da Türk Milliyetçilerinin Büyük Millet Meclisi’ni açtıkları tarihlerde, İstanbul’da işgalci olarak bulunan İngilizlerle işbirliği yapan Sadrazam Damat Ferit, daha da ileri giderek 10 Ağustos 1920 tarihinde İtilaf Devletleriyle Paris’in Sevr banliyösünde bir porselen fabrikasında yaptığı antlaşma ile On İki Adalar ile Meis Adası’nın İtalya’ya verilmesini kabul etmiştir. Sevr Antlaşması ile, Anadolu’da toprakları paylaşılan ve Ermenistan kurulmasına icazet verilen bir oldu bitti karşısında kalan Türk Milleti, Mustafa Kemal önderliğinde yaptığı Bağımsızlık Savaşını kazanmış ve Sevr paçavrasını yırtarak Mudanya’da bir Ateşkes Antlaşması yapmıştır. Düşmanın yenilgiye uğratılmasının ardından Lozan’da yapılan barış görüşmelerinde, ilgili komisyonda; 4 Şubat 1923 tarihli nota ile On İki Adalar ve Meis Adası’nın İtalyan yönetiminde kalması teklif edilmiş ve bu madde Türk heyetince kabul edilmiştir. Lozan Barış Antlaşması’nın onbeşinci maddesi ise İtalya’nın işgali altındaki Menteşe Adaları’nın ve Meis Adası’nın bu devlete bırakılmasını öngörmüştür[5].
İkinci Dünya Savaşı’na kadar İtalya’da kalan On İki Adalar’ı İngilizlerin alma girişimleri başarısızlığa uğramış olup, Dünya Savaşı sırasında adaların kontrolünü ele geçirmiş olan Alman birlikleri Mayıs 1945'te adalardan çıkarılabilmiştir. Osmanlı Devleti tarafından, 1913 Londra Antlaşması, 1914 Elçiler Konferansı, Birinci Dünya Savaşı ve 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile tamamen kaybedilen ve son olarak Lozan Barış Antlaşması’nda İtalya’ya bırakılan On İki Adalar (Menteşe Adaları) ve Meis Adası bitişik adacıkları ile beraber, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 10 Şubat 1947 tarihinde Paris’te yapılan Barış Antlaşması ile; gayri askerî statüde (askerden ve silahtan arındırılmış) olmaları kaydıyla Yunanistan’a verilmiştir.
1912 yılının Ekim ayında Birinci Balkan Savaşı başladığında Ege Denizi’nde savaşın seyrini Yunan Donanması belirlemiştir. Yunanlılar çağın modern savaş gemilerinden olan Averof zırhlısının sağladığı üstünlükle Ege Denizi’nde Osmanlı hakimiyetinde bulunan Limni, İmroz, Taşoz, Sakız, Bozcaada ve Midilli’yi işgal etmişlerdir. Birinci Balkan Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti ile, Balkan ittifakı yapan devletler; Karadağ, Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan arasında yapılan görüşmeler neticesinde, 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması imzalanmıştır. Londra Antlaşması ile Osmanlı Devleti Girit’teki haklarından büyük devletlerinin lehine feragat etmiş ve Ege Adaları’nın kaderinin saptanmasını altı büyük devletin alacağı karara bırakmıştır.
İkinci Balkan Savaşı, Balkan ittifakını bozan Sırplar ve Yunanlıların yanlarına Romanya’yı alarak Bulgaristan ile savaşmasıyla başlamıştır. Bu durumdan yararlanan Osmanlı Devleti önce Edirne’yi işgalden kurtarmış, sonra da Balkan Devletleri ile barış antlaşmaları yapmıştır. Yunanistan ile yapılan barış görüşmelerinde Osmanlı Devleti, Yunanistan’ın ele geçirdiği Kuzey Ege Adaları ile Anadolu kıyılarına yakın olan Semadirek, Limni, Bozcaada, Gökçeada, Midilli, Sakız ve Sisam adalarını Yunanistan’a vermeyi reddederek iadesini istemiştir. Yapılan görüşmelerde uzlaşılamayarak çatışmaya dönüşen Adalar meselesi, Osmanlı Devleti ile Yunanistan’ı yeni bir savaşın eşiğine getirmiştir. Ancak, her iki devlet de yeni bir savaşın getireceği sonuçları göze alamamış, adalar meselesinin diğer konularda yapılacak antlaşmaları uzattığını anlayınca, konunun çözümünü Londra’da altı devletin temsilcilerinin yapacağı Elçiler Konferansına bırakarak, 14 Kasım 1913’te “Atina Barış Antlaşması’nı” imzalamışlardır[6].
Elçiler Konferansı’nda altı devletin temsilcisi 13 Şubat 1914’te Yunan Hükumeti’ne, 14 Şubat 1914’te Osmanlı Hükumeti’ne verdikleri ortak notalarda adalar ile ilgili şu kararlarını bildirmişlerdir: “Gökçeada, Bozcaada ve Meis Adası Türkiye’ye verilecek ve halen Yunan işgali altında bulunan diğer adalar Yunanistan’da kalacaktır. Yunanistan hem büyük devletlere hem de Osmanlı Devleti’ne kendisinde kalan adaların deniz ve asker harekâtında kullanılmayacağını garanti edecek ve bu hususta gereken tüm tedbirleri alacaktır.” Osmanlı Devleti 16 Şubat’ta ilgili devletlere verdiği cevapta; İmroz, Bozcaada ve Meis Adaları’nın kendisine verilmesini kabul etmekle beraber Kuzey Ege Adaları’nı Yunanistan’a terk etmeyi kabul etmemiş, haklı ve meşru isteklerini sürdürmeye devam edeceklerini bildirmiştir[7]. Osmanlı Devleti’nin Yunan işgali altında bulunan Ege Adaları’na yeniden hâkim olmak için yaptığı diplomatik çalışmalar, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla sonuçsuz kalmıştır. Savaş boyunca adalarda İtalyan ve Yunan işgalleri devam etmiştir. Ege Adaları’nın Yunanistan’a verilmesi için çaba gösteren İngiltere maksadına ulaşarak Yunanistan üzerinden bu adalara sahip olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Osmanlı Devleti’nin fiili varlığına son veren 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ve bu mütarekenin ardından imzalanan 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Ege Denizi’nde bulunan tüm adalar üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçmiştir. Ancak, Türk Milleti’nin esaretini ve yurdun işgal ve paylaşımını onaylayan teslim antlaşmalarını kabul etmeyen Mustafa Kemal ve Türk Milliyetçilerinin, yurdun işgalden kurtarılması ve milletin bağımsızlığını kazanması amacıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlattıkları, yaklaşık 3 yıl 4 ay süren Millî Mücadele; 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılması ile büyük bir zaferle sonuçlanmıştır. Yunan hezimetinin ardından Ankara Hükumeti’nin varlığı kabul edilerek imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri barış görüşmeleri yapmak üzere 13 Kasım’da İsviçre’nin Lausanne (Lozan) kentinde toplanılması için aralarında anlaşmışlar ve bu kararlarını Ankara’ya bildirmişlerdir.
20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Barış görüşmelerinde Ege Adaları meselesi 22 Kasım’da müzakereye açılmıştır. İsmet Paşa, savaşta İngilizlerin deniz üssü olarak kullandığı Gökçeada ve Bozcaada’nın Türkiye’ye verilmesini, 1913 Londra Antlaşması ve Elçiler Konferansında alınan kararla Yunanistan’a verilen adaların, özellikle de Limni, Midilli, Sakız, Semadirek ve Nikarya Adaları’nın özel bir rejime tabii tutularak yönetilmesini istemiştir. Ege Adaları konusu 31 Ocak 1923 tarihine kadar tali komisyonlarda görüşülmüştür[8]. Konferansta yapılan görüşmelerde uzlaşmaya varılan konular olmasına rağmen kapitülasyonlar, İstanbul’un boşaltılması ve Musul meselesinde anlaşmaya varılamaması üzerine, 6–7 Şubat 1923’te Lozan’dan ayrılan İsmet Paşa 20 Şubat’ta Ankara’ya dönmüştür Lozan görüşmelerine ara verildiği tarihlerde İtilaf Devletleri ve Türkiye, yeni talep ve tekliflerini karşılıklı olarak birbirlerine iletmişler ve 23 Nisan 1923’te Konferans yeniden başlamıştır.
Lozan’da yapılan ikinci dönem görüşmeleri sonunda; çözümü ikili görüşmelere ve ileri tarihlere bırakılan meseleler dışında uzlaşmaya varılarak imzalanan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nda Ege Adaları ile ilgili maddeler şöyledir; [9]
- Lozan Barış Antlaşması’nın ikinci maddesi olan “Boğazlar rejimine ilişkin sözleşmenin” 4’üncü maddesince; Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya, Taşoz, Bozbaba ve İpsara adaları gayri askerî statüde kalmak şartıyla Yunanistan’a bırakılmıştır. Meis adası İtalya’ya verilirken Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adaları ve Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar üzerindeki Türk hâkimiyeti kesinleştirilmiştir. Aynı Sözleşmenin (Boğazlar Rejimi) 6’ncı maddesine göre; “Yunanistan askerlikten arındırılmış olan Yunan adalarının karasularından donanmasını geçirebilecek, ancak bu suları Türkiye’ye karşı harekât üssü olarak ya da bu amaçla deniz ve kara kuvveti yığmak için kullanmayacaktır.”
- Lozan Barış Antlaşması’nın altıncı maddesi olan “Türk ve Rum Mübadelesine ilişkin sözleşme” Girit dışında kalan adaları bağlamaktadır. Ege adaları ve Meis Adası üzerindeki hâkimiyet hakları Lozan Barış Antlaşması’nın sırasıyla altı, oniki, onüç, ondört, onbeş ve onaltıncı maddeleri ile düzenlenmiştir. Egemenlik devirlerini düzenleyen maddeler sadece oniki ve onbeşinci maddeler olmuştur. Yine altıncı maddenin ikinci fıkrası; “İşbu antlaşmada aykırı bir hüküm bulunmadıkça, deniz sınırları kıyıya üç milden az uzaklıkta bulunan ada ve adacıkları da içine alacaktır.”
- Lozan Barış Antlaşması’nın onüçüncü maddesinde antlaşmanın “Türk egemenliği altında kalan Gökçeada ile Bozcaada, mahalli idare ile can ve mal güvenliği bakımından, Müslüman olmayan yerli halka gerekli bütün güvenceyi sağlayan, mahalli unsurlardan kurulu bir özel yönetim örgütünden yararlanması, bu adalarda düzenin korunması, yukarıda öngörülen mahalli yönetim örgütünün aracılığıyla yerli halktan seçilmiş ve bu örgütün emrinde bulunan bir güvenlik kuvvetince sağlanması ile Rum ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin olarak Türkiye ile Yunanistan arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan hükümler, İmroz ve Bozcaada adaları halkına uygulanmayacaktır” ifadesi ile tanımlanan ondördüncü maddesiyle belirtilen; “Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya (Nikerya) Adaları’nda, aşağıdaki tedbirlere uymayı taahhüt eder. Buna göre; önce, bu adalarda hiçbir deniz üssü kurulmayacak, hiçbir istihkâm yapılmayacak, ikincisi, Yunan askerî uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üstünde uçmaları ve buna karşılık, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üstünde uçmalarını yasak olacaktır. Üçüncüsü, bu adalarda, Yunan askerî kuvvetleri, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda kalacaktır.” hükmü ile Altı Büyük Devlet Kararı’na dayanılarak Yunanistan’a devredilen adaların askerî amaçlarla kullanılmama durumları Türkiye sahillerine çok yakın olan Saruhan Adaları; Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarının isimleri belirtilerek düzenlenmiştir.
- Lozan Barış Antlaşması’nda adalarla ilgili son madde olan onaltıncı madde ise; “Türkiye, iş bu antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu antlaşmada tanınmış adalardan başka bütün öteki adalar üzerindeki her türlü haklarından ve sıfatlarından vazgeçmiş olduğunu bildirir; bu toprakların ve adaların geleceği, ilgililerce düzenlenmiştir ya da düzenlenecektir.”
Ege Denizinde, Lozan Barış Antlaşması’na aykırı olarak
Silahlandırılan Adaların (Mavi renk) Haritası [10].
Sonuç
Lozan Barış Antlaşması’ndan önce Yunanistan’a bırakılan adalara dair, Lozan ve Paris Antlaşmaları ile belirlenen yükümlülüklerini yerine getiren, hukuk zemininde antlaşmalara riayet eden Türkiye için herhangi bir aykırılık, uyuşmazlık bulunmamaktadır. Türkiye, Lozan’da yaptığı antlaşmaya sadık kalmaktadır. Ancak; Yunanistan’ın uluslararası bağlayıcı antlaşmalara rağmen, askerden arındırılması hükmü getirilen adaları silahlandırması ve egemenliği antlaşmalarla kendisine devredilmeyen kara parçaları üzerinde hak iddia etmesiyle Ege’de sorun oluşmaktadır. Yunanistan, uluslararası hukuka aykırı şekilde Lozan Barış Antlaşması’nı hiçe sayarak; 3 mil içerisinde bulunan ve Türkiye’ye bırakılan, ancak antlaşmada ismi yer almayan kara parçalarının tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık Türkiye ise; antlaşmaların hükümlerinin geçerli olduğunu, Lozan Barış Antlaşması’ndaki haklarından feragat etmediğini 3 mil içinde bulunan ada, adacık ve kayalıklarda egemenlik haklarının devam ettiğini savunmaktadır.
Geçmişten bu tarafa Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de yaşanan “ada, adacık ve kayalıklar sorunu”, Yunanistan’ın bir türlü vazgeçemediği “Megalo İdea” hayalinin emperyalist devletler ve Yunan faşist unsurlarca sürekli kışkırtılmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin sabırlı, iyi niyetli ve antlaşmalara saygı çerçevesinde yoluna koymak için uğraştığı sorunların çözümü; Yunanistan’ın fırsatçı, kötü niyetli ve aşırı ırkçı politikalardan vazgeçerek antlaşmalara saygılı ve sağduyulu bir politika izlemesiyle sağlanabilecektir. Ege Adaları’nda sorunun çözülmemesi ve karmaşık bir hal alması iki ülkenin de çıkarlarına aykırıdır. Ancak, Yunanistan’ın uzlaşmasız ve dayatmacı politikalarını sürdürmesi karşısında Türkiye; Ege Denizi’nde antlaşmalardan doğan tüm hakları ile ekonomik ve siyasi bağımsızlığına halel getirmeyecek siyasetinden asla taviz vermeyecektir.
Türkiye, Türk Milleti’nin canıyla kanıyla elde ettiği haklarını uluslararası hukuka uygun şekilde korumalı, bugüne kadar sürdürdüğü tavizsiz ve meşru politikasını yurttaşlarından aldığı tam destekle her daim izlemeye devam etmelidir.
Keyifli okumalar, Sağlıklı günler diliyorum…
_________________:
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi- Yazar
Kaynakça
[1] Fuat İNCE; “Lozan Barış Antlaşması ve Ege Adaları”, s.105, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi (Lozan Antlaşması Özel Sayısı), 2013, Ankara.
[2] Enver Ziya KARAL; “Osmanlı Tarihi IX. Cilt”, s.284. Türk Tarih Kurumu,2011, Ankara.
[3] Yusuf Hikmet BAYUR; “Türk İnkılabı Tarihi Cilt II Kısım III”, s.232, Türk Tarih Kurumu,1991, Ankara,
[4] Oral SANDER; “Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e”, s.325, İmge Kitabevi Yayınları, 2008, Ankara.
[5] Cevdet KÜÇÜK; “Ege Adalarında Türk Egemenliği Dönemi Egede Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar” (Yayına Haz. Ali Kurumahmut), s.70-71, Türk Tarih Kurumu, 1998, Ankara
[6] Fahir ARMAOĞLU; “19.Yüzyıl Siyasi Tarihi”, s.670-671, Kronik Kitap, 2020, İstanbul.
[7] Bilal N. ŞİMŞİR; “Ege Sorunu II. Cilt”, ss.392-395, Türk Tarih Kurumu, 1982, Ankara.
[8] Harry N. HOWARD “Türkiye’nin Taksimi Bir Diplomasi tarihi 1913-1923” (Çev. Salih Sabit TOGAY), s. 370, Türk Tarih Kurumu, 2018, Ankara.
[9] İsmail SOYSAL; “Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları I. Cilt”, ss.148-218, Türk Tarih Kurumu, 2000, Ankara.
[10] Stratejik ortak; https://www.stratejikortak.com/2020/04/ege-denizi-silahlandirilan-adalar-harita.html
0 Yorum