Kız Evladının Kaşığı Dışarı Atılmış
“Kimimiz var ki arkamızda”
Kız Evladının Kaşığı Dışarı Atılmış
“Üzülme, kız evladının kaşığı dışarı atılmış” dedi tam karşısında, divanın üstünde oturan komşusu. Hem mutfak hem de oturma odası gibi kullanılan, yarı aydınlık yarı karanlık odanın duvarlarında gezindi kadının yaşlı gözleri çaresizce. Kuzine sobasında kütürdeyerek yanan meşe odunun sesi kulaklarını tırmaladı. Oturdukları pencerenin önünden, gözlerini çaresizce dışarı, lapa lapa yağan kara çevirdi. Komşusunun gelirken yara yara açtığı ayak izleri kapanmak üzereydi. Armut ağacı bir iki sallandı durdu.
“Haklısın” dedi iç geçirerek. “Kimimiz var ki arkamızda” dedi. Görümcesi vefat ettiğinde henüz 11 yaşındaki kızının evden atarmışçasına çeyizsiz, düğünsüz derneksiz gelin edilişi aklına geldi. Yeter ki görümcesinin ocağı sahipsiz kalmasındı. Yeter ki geride kalan çocuklara sahip çıkacak bir çocuk olsundu başlarında. Görümcesinin kendi yaşıtı olan oğluna zorla vermişti kocası. Kocası, bir dakika bile dinlemedi kadını. Nasıl olsa bir gün gidecekti zaten. Fazla beklemesine gerek yoktu. Ne de olsa kız evladının kaşığı dışarı atılmıştı. Bir çocuk ne kadar sahip çıkabilirdi ki başkasının çocuklarına. Dul bir kayınbaba, özürlü bir kayın, kocası ve kendisinden küçük bir kayın olmak üzere dört erkeğe bakması gerekecekti. Akranları gibi sokaklarda koşturması, evcilik oynaması gerekirken o kendisini gerçek evciliğin tam ortasında bulmuştu. Değerli olmaktan ziyade, gelin olmak daha doğrusu, köle olmaktı kaderi. Leğenler dolusu çamaşırları elde yıkaması, nasıl yapacağını bilmeden yemek yapması, inek sağıp sütü kotarması, evi çekip çevirmesi lazımdı. Yetmezmiş gibi yazın akşama kadar tarlalarda solucan gibi uzaya uzaya çapa yapması gerekirdi. Kadının kader ve değeri buydu.
Kadını asıl üzen ise küçük kızının yaşadıkları idi. Kocasının uzaklarda çok uzaklarda bir yerlerde bir inşaat işinde çalışırken iki köy aşağıdan bir adamla aynı inşaatta çalışıp arkadaşlık kurmasıydı. Geri döndüklerinde küçük kızına dünür çıkmışlardı. Onun da nasıl olsa kaşığı dışarı atılmıştı ya ilk çıkan dünüre “he” denildi. Sorgusuz sualsiz, kim olduklarını anlamadan dinlemeden “he” demişlerdi. Ne kız evleneceği müstakbel kocasını gördü ne de müstakbel koca kızı. Büyükler görmüşlerdi ya onların haddine miydi? Hemen söz kesildi, arkasından nişan yapıldı. Dünürler birbirine gitti geldi. Kadın yeni dünürlerinden hiç memnun değildi ve bunu bir şekilde kocasına anlatmaya çalıştı. Ne var ki kocası verdiği sözden geri dönemezdi. Düğüne de az kalmıştı zaten. Kocasına göre bu insanlar dürüsttü. Onlara böyle bir şey yapamazdı. Düğün yaz için düşünülmüştü. Düğüne az bir zaman kala yaz mevsimin başında nüfusa gidip resmi nikâhlarını yaptırdılar. O gün akşam eve dönmek üzere araba beklerlerken müstakbel kayınvalide kıza bir şeyler almak istediğini söyledi ve kızın annesinden izin aldı. Bir süre sonra kadının kocası geri döndüğünde “hadi araba bekliyor. Kız nerde? diye sorunca kadın da “kaynanasıyla birlikte bir şeyler almaya gittiler” dedi. Kadın daha ne olduğunu anlamadan adamın gözlerinden alevler fışkırdı. Ağzı köpürdü. “Namussuz, ahlaksızlar. Bunu bana nasıl yaparsınız” diyerek döndü, hızla arabaya doğru ilerledi. Kadın da anlamıştı artık olayı ve kızını aramaya koyuldu. Küçücük ilçenin altını üstüne getirdi ama ne kaynana ne kız ortalıkta yoktu.
Akşamın bir vakti evin önünde köpek havlamaya başladı. Hafif bir serinlik vardı dışarda. Armut ağacı sallanıyordu yine. Gelenler vardı. Kadın “N’olur adam. Gelsinler konuşalım” diyerek yalvardı adama. Adam “şart olsun ki bu evin kapısından girerlerse onları keserim” diyerek öfkesinden kuduran gözlerini kadına dikti. Adamın kararlı olduğunu anlayan yeni dünürler ellerinde çeke çeke getirdikleri, belli ki içi hediye dolu bez bohçayla birlikte izlerinin üstüne akşamın karanlığında geri döndüler. Artık her iki taraf için de intikam vaktiydi. Babanın, kendisini orta yerde bırakıp giden kızına bir daha gönlü doğrulmadı. Evde hazır olan bir sandık ve bir kat yatağı bile vermedi. En sonunda kadının ısrarıyla, ortanca oğlanla birlikte eşeğin bir tarafına sandığı bir tarafına da dışında güneş motifleri olan bir battaniyeye sarılı yatağı yükleyip gönderdiler.
Kapıdan gerisin geri döndürülen dünürler çok öfkelenmişlerdi. Karısı kocasını bir güzel doldurdu yol boyunca. Gecenin bu karanlığında yaya olarak ıssız derelerden geçe geçe geri dönmek zorunda kalmışlardı. Bu düpedüz bir hakaretti. Bunun cezasını kızı ödemeliydi. İlk zamanlar her şey normaldi. Kızı, anasının dolduruşuna gelen kocası feci şekilde dövdü, kimse sahip çıkmadı. Gelinin arkasında kimsenin durmadığını anlayan yeni aile daha da cesaretlendi. Zulüm gittikçe arttı, arttıkça çekilmez hale geldi. Kaynanasının ve kocasının dayağı yetmezmiş gibi kaynanası kendi kaynanasıyla birlikte sobayı karıştırdıkları demirle dövmüştü. Daha fazla dayanamayan kızcağız iki çocuğunu evde bırakıp yanına küçük kızını alarak baba evine kaçmak zorunda kalmıştı. Kaynanası arkasından kahkahalar atarak “köpek gibi pişman olup geri geleceksin” diyerek ağız dolusu haykırdı. Ağlaya hıçkıra arakasına bakmadan kendisini babasının evinde bulmuştu kızcağız.
Gel zaman git zaman, kızı geri götürmek için kimse gelmedi. Babanın suratı asıktı. Anne tedirgin. Yaklaşık bir ay kadar bir vakit geçmişti. Artık kimsenin gelmeyeceğini anlayan baba karısına “elin çocuğunu götürüp verin” dedi suratı asık ve öfkeyle. “Bunu istemeye gelecekler” dedi. Hala eşine nikâhlı iken başka birisine zorla verilecekti. Bütün umutları bir anda söndü. Omuzları düştü. Zulümden kaçarken baba zulmüne denk gelmişti. Yine sessizce ağladı. Çocukları geldi gözünün önüne. Artık çocuklarının hatırına bu zulme katlanacaktı. Baba evi artık onun için yanıp kül olmuştu bir anda.
Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen evden kaçan gelini geri götürmek için hiç kimse gelmemişti. Demek ki kimse istemiyordu geri dönmesini. Kızın halası geldi bir gün ziyarete ve yengesine “kalkın, hazırlanın” dedi. “Biz götürüp teslim edelim”. Kadın çaresizce, gururunu ayaklar altına alarak, yanaklarından par par ateş çıkarak kızını da alarak düştü yola. Dünürü, evin kapısına ulaşmak için camının önünden geçmeleri gereken odada komşularıyla birlikte oturmuş çay muhabbeti yapıyordu. Kaynana; gelin ve annesini, pencerenin önünden geçip kapıya döndüklerini gördüğünde şuh bir kahkaha attı. Anne ve hala, kızı, çocuğuyla birlikte kapıdan içeri uğurlayıp geri döndüler.
HRC MEDYA
0 Yorum