İSRAİL-İRAN KARDEŞLİĞİ VE TÜRKİYE
1948’de kurulduğundan itibaren sürekli saldırgan bir tavır içerisinde olan İsrail, son saldırılarını 10-21 Mayıs 2021 tarihleri arasında yapmış ve Birleşmiş Milletler (BM) uzmanlarına göre İsrail ordusunun düzenlendiği saldırılar nedeniyle Gazze'de 63'ü çocuk en az 222 kişi, farklı kaynaklara göre ise 66'sı çocuk, 39'u kadın olmak üzere 243 Filistinli hayatını kaybetmiştir. İsrail’in açıklamalarına göre İsrail tarafından hayatını kaybedenlerin sayısı ise 12 kişidir.
Resmi adıyla İslamî Direniş Hareketi (Harakat al-Muqawama al-İslamiya), bilinen adıyla HAMAS ile vardığı ateşkes anlaşması doğrultusunda İsrail, “Gazze'den İsrail'e atılan roket atışlarının son bulması şartı ile” saldırılarını durdurmuştur.
Ateşkes açıklamasının ardından Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından “İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemleri sonucunda patlak veren çatışmalarda ateşkes sağlanmasından memnuniyet duyuyor ve sürdürülebilir olmasını temenni ediyoruz" açıklaması yapılırken, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun "Türkiye, bütün kurumlarıyla dünyanın dikkatini Filistin'deki zulme çekmek için çalışmaya devam etmektedir" açıklaması ile Türkiye’nin ve uluslararası kamuoyunun dikkatini Filistin meselesine yönlendirmeye devam edeceğini bir kez daha deklare etmiştir.
BM İnsan Hakları Filistin Özel Raportörü Michael Lynk ve BM insan hakları uzmanı Balakrishnan Rajagopal başta olmak üzere bazı BM insan hakları uzmanlarının; “İsrail ve Hamas arasında sağlanan ateşkese tüm tarafların saygı göstermesi ve sivillere yönelik saldırılar ile diğer ağır insan hakları ihlallerine ilişkin Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından bir soruşturma başlatılması çağrısında bulundukları” şeklinde değerlendirmelerinin olduğu çeşitli uluslararası basın kuruluşlarında yer almıştır. Burada dikkat çekici olan husus BM uzmanları bu açıklama ve çağrı ile İsrail’in savaş suçu işlediği imasının görülmesidir.
Ayrıca BM Uzmanlarının verilerine göre işgal altındaki Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah ve Silvan mahallelerinde yaşayan Filistinli ailelerin zorla evlerinden tahliye girişimi ile "savaşı tam anlamıyla başlatan kıvılcımın sebebi” olarak İsrail’in suçlandığı görülmektedir. Suçlamaların ayrıntısına bakıldığında; Gazze Şeridi bölgesindeki 250 bin Filistinliye temiz içme suyu sağlayan bir tesis ile birlikte aralarında Associated Press (AP) haber ajansı ve El-Cezire televizyonu ofislerinin de bulunduğu Cela binası, 6 hastane ve 9 sağlık merkezinin de yer aldığı 450’den fazla binanın füzelerle tamamen tahrip edilmesi, kadın ve çocuk 74.000 kişiden fazla Filistinlinin yerlerinden edilmesine ek olarak İsrail ordusunun mülteci kampları da dahil bir çok yerleşim birimini kasıtlı olarak bombardımana tutması, uluslararası hukuka göre savaş suçları teşkil edebileceğine[1] dikkat çekilmektedir.
Aynı şekilde İran Dışişleri Bakanlığı’nın da savaş suçuyla itham ettiği İsrail yöneticilerinin yargılanması ve Filistin’de işlenen cinayetlerin "soykırım" olarak tanınması ve insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilmesini talep ettikleri duyurulmuştur.
İsrail ordusu hakkında bariz suçlamalar yapılırken Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden’ın Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in ile yaptığı ikili görüşme sonrası düzenledikleri basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlarken, İsrail'e verdikleri güvenlik taahhütlerinde bir değişiklik olmayacağını vurgulayarak, "Bölge ülkeleri İsrail’in bağımsız Yahudi bir devlet olarak var olma hakkını tanıyana kadar barış olmayacak. İsrail'in güvenliği için verdiğim taahhütlerde bir değişiklik yok. Bölgede iki devletli çözüme hala ihtiyacımız var, sorunlara tek çözüm bu olacaktır " sözleri dikkat çekicidir[2].
***
Bölgede İsrail’in tutum ve davranışları karşısında İran’ın düşmanca söylemleri nedeniyle İran-İsrail ilişkileri ve İsrail’in en büyük hamisi ABD’nin tutumuna göz atmak bölgesel ilişkileri anlayabilmek adına faydalı olacaktır.
İran’da İsrail düşmanlığının yalnızca devlet politikası olmaktan çıktığı, adeta bir yaşam şeklini aldığı görülmektedir. Zira İran’ın çeşitli şehirlerinde düzenlenen protesto ve yürüyüşlerde yakılmak üzere 1.500.000’den fazla Amerika, Britanya ve İsrail bayraklarını üreten fabrika kurulmuş olması ilginçtir. Üretilen bayraklar içerisinde Hamas gibi, Hizbulah gibi İran destekli grupların bayraklarının da olması[3] İsrail düşmanlığını ekonomik sektöre dönüştürdüğünün kanıtı olsa gerek. Dolayısı ile;
İran’da, İsrail düşmanlığı adeta bir yaşam şeklini aldıysa olası bir İran-İsrail savaşı mümkün müdür?
İsrail ve ABD İran’ı neden hedef tahtasına koyar?
Savaş değil de İran ile İsrail’in muhtemel bir işbirliği mümkün görülmekte midir?
Sorularının cevapları konuyu daha iyi ortaya koyacaktır.
Radikal duruşu ve söylemleri ile bilinen İran’ın, İsrail-Filistin gerginliği üzerinden olaylara bakışı bölgesel barış için önemli olacağı muhakkaktır. Dolayısı ile İsrail-Filistin-İran-ABD eksenli olarak İsrail-Filistin olayını değerlendirmek gerekir.
Öncelikle İran’ın şiddetin tırmanmasını istediği değerlendirilmektedir. İran, Hamas ve Lübnan Hizbullahı üzerinden şiddeti tırmandırarak ABD’ye karşı elini güçlendirmek ve pazarlık gücünü arttırmak isterken, zavallı Filistin halkı ise İran ile İsrail arasında kalarak kurban edilmektedir. Türkiye’den ziyade İran’ın Suriye ve Lübnan üzerinden İsrail’e bir müdahalede bulunabileceği varsayılmakla birlikte, Kudüs Tugayları isimli birliklerin Kudüs için savaşmadığı halde Halep ve Musul’da[4] katliamlar yapması İran’ın İsrail’e müdahalede bulunabilirliği görüşü ile büyük bir tezat ortaya çıkarmaktadır.
Bu arada İran’ın nükleer silah geliştirmeye çalıştığı yönünde endişeler görülmektedir. Ancak nükleer silah geliştirme noktasına ulaşmış olduğundan ziyade İran’ın ekonomik yaptırımlardan kurtulduktan sonra askeri, siyasi ve ekonomik gücün artacağı ve daha büyük bir tehdit olacağı varsayılmaktadır. Çünkü nükleer silaha sahip İran’ın zaten büyük bir tehdit olacağı biliniyorken, Ortadoğu coğrafyasının neredeyse her sahasına ulaşabilen gayrinizami askeri gücü ile birleşecek olan siyasi ve ekonomik gücü ile riskleri herkesin kapısının önüne kadar getirmiş olacağı[5] şeklinde değerlendirilmeler yapılmaktadır.
Dolayısı ile İran’a ait balistik füzelerin İran bağlantılı milis gruplara geçme ihtimali olduğundan risk sadece İsrail ile sınırlı kalmayacaktır. Konu Basra Körfezi ve Kızıldeniz üzerinden Doğu Akdeniz’e iki önemli deniz ticaret sahasını da kapsayacak kadar önemlidir. Ayrıca Irak ve Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e ulaşacak bir koridor açma hamlesi de göz önüne alınmak suretiyle; bir taraftan küresel ticareti diğer taraftan Batı ittifakını savaşa girmeye zorlayabilecek kadar askeri dengeleri değiştirebilecek etkilere sahip olacaktır. Bu senaryonun gerçek olması halinde durum Şii Hilali senaryosundan Şii Dolunayı’na evrilecektir[6].
Olası bu durum, her şeyden önce ABD’nin başta İsrail merkezli olmak üzere bölgesel bütün planlarını alt üst edecektir. Aynı zamanda Suriye’nin kuzeyinde/Fırat’ın doğusuna yerleşmiş olan ABD ile İran’ın karşı karşıya gelmesi anlamına da gelmektedir.
ABD uzun bir süredir İran’a ambargo ve yaptırım kararı uyguluyor olsa da İran’ın başta tarım sektörünün yeterli olması ve aynı zamanda Rusya, Hindistan ve Çin ile yakın bağlarının olması ambargonun etkilerini tolere edebilmekte olduğunu göstermiştir.
Militarizmden beslenen İsrail açısından bakıldığında ise; İran’ın İsrail düşmanlığı söylemlerinin İsrail’in iç ve dış politikaları için çok faydalı olduğunu anlamak hiç de zor olmasa gerek. Çünkü İsrail için bir birleştirici, İsrail’in düşmanları için ayrıştırıcı unsur olmaktadır. Çünkü Arap ırkından gelmeyen ve Şii İslam anlayışını öne çıkartarak siyasal açıdan İslam ülkelerinde bölünmeye sebep olan İran’a karşı; Arap ülkelerinin birleştikleri hatta aralarından İsrail ile yakınlaşanların olduğu bilinmektedir. Tabi ki bu durum İsrail’in işine gelmekte ve 1,5 milyar İslam ülkeleri, 9 milyonu biraz aşmış İsrail karşısında hiçbir varlık gösterememektedir. Dolayısı ile bölünmüş İslam coğrafyası içerisinde ABD için tehdit İran’dan ziyade Çin olarak öne çıkarken esasında İran, İsrail için de çok büyük bir tehdit olarak görülmemektedir.
İsrail’in eski Başbakanlarından İzak Rabin’in Ekim 1987’deki bir basın açıklamasında “İran’ın İsrail’in en iyi dostu olduğunu” vurgulaması ve ortak tehdit olarak görülen Araplara karşı İsrail-İran ittifakının yürütülmesi iki ülkenin esasında hiç de düşman olmadıklarını göstermesi açısından önemlidir. Irak-İran Savaşı döneminde, İsrail’den silah alan İran Dini Lideri Ayetullah Humeyni, karşılığında Irak hakkında istihbarat vermiştir. Hatta Şalom gazetesi yazarı Yakup Borokas, Humeyni’nin hayatta olduğu 1987 senesindeki bir yazısında “Ortadoğu’daki gelişmelerin kavranabilmesi için bu yönde daha derinlikli bir analizin yapılmasında, fikir üretilmesinde yarar var sanırım. İran ve İsrail arasındaki tüm düşmanca söylemlere karşın yakın bir işbirliğinin ve hatta dostça bir tarihin varlığını kabul etmeliyiz” sözü çok şey ifade etmektedir. Ayrıca popülist söylemleriyle dikkat çekmiş olan İran eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın atalarının Meşhedli Yahudi olduğu da unutulmamalıdır[7]. İran politikalarında bir değişiklik olmadığı muhakkaktır. Çünkü 4 defa birleşip İsrail ile savaşan Arap Dünyasının, İran İslam Devriminden sonra İslam Dünyasında Şii eksenli yaşanan bölünme nedeniyle İsrail’e karşı bir daha birleşemedikleri üzerinden hareketle, İran politikalarının İsrail’e hizmet ettiğinin en büyük göstergesi olsa gerek.
Sonuç olarak;
İsrail-Filistin çatışmasının bir ateşkes ile şimdilik durmuş olması bölgesel istikrar için olumlu bir gelişme olduğu muhakkaktır. Ancak bu durumun kalıcı ve sürdürülebilir bir barışa gidebilmesi çok daha önemli olacaktır. Kalıcı barış hiç kuşkusuz başta Türkiye’nin bölgesel politikaları açısından önemlidir.
BM uzmanlarının raporları ile desteklendiği üzerinden hareketle; İsrail’in işlediği savaş suçlarından ötürü uluslararası alanda hesap vermesi ve Gazze'ye uyguladığı insanlık dışı ablukayı kaldırması beklenmekle birlikte yakın zamanda olası görülmemektedir.
Filistin-İsrail olayları başta olmak üzere bölgesel barışın en büyük tehdidi olarak İran merkezli Şii İslam anlayışı ile Arap Merkezli ülkelerin mezhepsel mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. Zira bu mücadelede Filistinliler örneğinde olduğu gibi en büyük zararı küçük İslam ülkeleri ile toplulukları görmektedirler. Dolayısı ile İslam ülkeleri arasında yaşanan mezhepsel mücadeleler İsrail başta olmak üzere emperyalist ülkelerin istediklerine hizmet edegelmektedir.
Görüldüğü üzere İran-İsrail arasında onca söyleme rağmen fiiliyatta bir düşmanlık yoktur. Hattı zatında Yahudilerin önemli bir kısmının Pers kültürlü İran’a sempati duydukları da bilinmektedir. Uluslararası ilişkiler açısından bazı durumlarda düşman yaratma politikası uygulanabileceği unutulmamalıdır. Dolayısı ile İran ve İsrail, bölgesel konumlarını güçlendirmek için DÜŞMAN KARDEŞLER STRATEJİSİ ile fakat ortak hareket ettikleri bariz bir şekilde anlaşılmaktadır.
Bu durumda Türkiye karar alıcı mekanizmaları Ortadoğu coğrafyasının kritik konumunda yer alan İran ve İsrail politikalarında çok dikkatli hareket etmeleri gerekmektedir. Türkiye karar alıcı mekanizmaları İran politikalarında İran Türkleri perspektifini de mutlaka dikkate alınarak hareket etmelidirler. Çünkü dış Türklerle diyalog geliştirmek ve ilişkileri kopartmamak orta ve uzun vadede çok önemli olacaktır.
Türkiye, İsrail politikaları için ise çok daha geniş yelpazeli bir dış politika uygulaması gerekmektedir. Çünkü ABD başta olmak üzere uluslararası sahada Yahudi Lobisinin küresel etkisini de düşünerek hamleler yapılmalıdır.
Son söz olarak; Türkiye karar alıcı mekanizmaları, Şii İslam coğrafyasının merkezinde yer alan İran ile Yahudi Lobisinin mihenk taşı konumunda olan İsrail eksenli politikaları için, çok yönlü ve birden fazla alternatifli planlara ihtiyacı olduğu hatırdan çıkartılmamalı ve mutlaka reel üzerinden hareket edilmelidir.
:
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A.- BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] Sputnik News; “BM Uzmanlarından UCM'ye 'Gazze'de Sivillere Yönelik Saldırılara İlişkin Soruşturma Başlatın' Çağrısı”, 21.05.2021.
[2] Sputnik News; “Biden: Bölge ülkeleri İsrail’in bağımsız Yahudi bir devlet olarak var olma hakkını tanıyana kadar barış olmayacak”, 22.05.2021.
[3] Sahipkıran Akademi; “İran’da; Amerika, Britanya ve İsrail Bayraklarını Yakmak İçin Üretim Yapan Bir Fabrika Var”, 20.01.2020.
[4] Sahipkıran Akademi; “İsrail-Filistin Meselesi Ekseninde ‘Ortadoğu’da Savaş Senaryoları ve Türkiye’nin Seçenekleri Başlıklı’ Toplantımız Gerçekleşti”, 21.05.2021.
[5] Ceng SAGNİC; “İran–İsrail Savaşı”, Sahipkıran Akademi, 07.05.2018.
[6] Ceng SAGNİC; “İran–İsrail Savaşı”, Sahipkıran Akademi, 07.05.2018.
[7] Behnaz AKINCI ve Alptuğ YAVUZ; “İsrail’in Faydalı Düşmanı(!) İran”, Sahipkıran Akademi, 21.10.20219.
Resim: Muhammed Ali AKMAN (https://twitter.com/MuhammedAliAkmn/status/1227117044505731074/photo/1)
0 Yorum