COĞRAFYA KADER MİDİR?
Coğrafya kaderimiz değildir. Hele Türkiye’miz için hiç değildir!
Bir kitapta ya da gazetede geçen bilgi yakın zamanlara kadar büyük kesimler tarafından muteber kabul edilirdi. Ben ise hiçbir zaman böyle düşünmedim. Çünkü o satırları yazanlar da tıpkı benim gibi hata yapabilen insanlardan başkası değil.
Manipülasyon, hatalı bilgi, yanlış bilgi, bence her dönemde vardı. Üstelik bu hatalar bizim çok inandığımız, güvendiğimiz yazarlara ya da bilim insanlarına ait bile olabilir. Öncelikle sevdiğimiz, beğendiğimiz bir filozof, bilim insanı ya da yazar, kısacası eser üreten herkesin doğrularını tabiki takdir etmek gerek ama onların da hataları olabileceğini unutmamamız gerekiyor. Eğer onları yüzde yüz hatasız kabul edersek onların yanlışlarını bilgi dağarcığımıza sanki doğruymuş gibi dâhil eder ve büyük yanılgılara hatta zincirleme hataların içine düşebiliriz.
Dijital çağdan önceki dönemlerde de gördüğümüz tüm bu yanlışlara günümüzde “bilgi kirliliği” denmekte ve bunu yoğun bir şekilde yaşamaktayız. Bunu ben “çok laf yalansız olmaz” sözü gibi inanılmaz bir şekilde artan bilgi içinde yalanların, eksiklerin ya da yanlışların da bulunma ihtimalinin yüksek olması şeklinde algılıyorum. Şimdi bunları neden söylüyorum. Asıl konuya geleyim.
İlk olarak İbn-i Haldun’a dayandırılan, daha yakın dönemde de Ahmet Hamdi Tanpınar’a atfedilen “coğrafya kaderdir” sözü sırf bir kitapta geçmesi yani yazılı bir eserde yer alması nedeniyle kimileri tarafından ‘coğrafyanın bazı ülkeleri fakirliğe, yokluğa mahkûm ettiği’ şeklinde kabul görmüş! Üstüne tartışmalar yapılmış. Nedense sırf İbn-i Haldun’un eserinde geçtiği için “evet coğrafya kaderimizdir” tezini savunanlar çoğunlukta gibi duruyor. İbn-i Haldun şüphesiz büyük bir bilim insanıdır. Bu noktada itirazım yok. Yazdıklarının kendi dönemi için (1332-1406) doğru olma ihtimali de var. Fakat günümüz şartlarında “coğrafya kaderdir” tezine katılmam mümkün değil. Bunu yalanlayan birçok örnek önümüzde duruyor. Birkaçından bahsedeyim. İsrail, 1948’de kurulduğunda neredeyse tamamı çöl olan bu topraklarda arıtılmış deniz suyuyla yeni tarım alanları kazandı. Tabiri yerindeyse suyun her damlasını değerlendirdi. Uyguladığı modern tarım teknikleriyle hemen yanı başındaki diğer çöl ülkelerine fark attı. Tüm dünyaya tohum satan İsrail’de kavundan karpuza, üzümden hurmaya, domatesten bibere, patlıcana kadar her şey yetiştiriliyor. Çiftliklerde üretilen ürünlerin yüzde doksanı Avrupa ve Amerika pazarına ihraç ediliyor. Üretimin yüzde 10'u ise iç pazarda tüketiliyor. Tüm bunları sadece 22 bin kilometrekarelik küçük bir çöl ülkesi yapıyor!
Hollanda, 41 bin kilometrekarelik alanıyla neredeyse Konya ilimiz kadar (Konya ilimiz 38 873 km²). Şimdi sıkı durun! Topraklarının üçte birini denizi doldurarak kazanan ve kıyılarında su baskınlarına karşı topraklarını setlerle korumak zorunda olan bu küçük ülkenin 2020 yılındaki toplam tarım ürünleri ihracatı tamı tamına 116 milyar dolar! Sadece tarım ürünlerinden kazandığı. Başka sektörler buna dâhil değil.
Japonya, 378 bin kilometrekarelik topraklarının çoğu engebeli, dağlık arazilerden oluşuyor. Bu yetmezmiş gibi bu topraklar bütün değil. Ülke tam 6852 adadan oluşuyor. Sık aralıklarla ülkeyi yoklayan depremler, volkanik patlamalar ve şiddetli sarsıntılara neden oluyor. Deprem sonrasında ortaya çıkan tsunami sözcüğü Japonca. Çünkü tsunaminin tarihte en çok zarar verdiği ülkelerden biri bu ülke ve bu sözcük bu yüzden buradan doğmuş. Nükleer santrallerin çöplüklerinde bile sebze yetiştiren, yetersiz tarım alanları var, diye “Ne yapalım. Kaderimiz buymuş!” demeyen bu ülke, dünyanın en büyük balıkçılık filosunu kurmuş. Uçak gemisi gibi balıkçı gemileri var. Adeta yüzen fabrika. Balıklar avlanıyor, gemide ayıklanıyor, paketleniyor ve depolanıyor. Kıyıya yanaştığında binlerce ton ürünü tüketime hazır bir şekilde sunuyor. Çelik üretiminde kullanılan hammaddenin hiç birinin bu ülkede kayda değer bir rezervi yok ama dünyanın en büyük birkaç çelik üreticisinden biri Japonya. Ülke 700 milyar doların üstünde ihracata sahip.
Ben, en popüler birkaç örnek sundum. Sanırım yeterli olmuş ve ne demek istediğim anlaşılmıştır. Daha fazla örnek isteyenler doğal kaynak yoksunu Güney Kore’ye, dağlık İsviçre’ye, soğuk kuşaktaki İskandinav ülkelerine ve Kanada’ya da bakabilir. Ya da Alman mucizesine bakıp “Evet. Coğrafya kader değilmiş!” diyebilir.
Uzun lafın kısası “Ne yapalım. Bu da bizim kaderimiz!” anlayışı “inançtan yoksun” bir yaklaşımdır. Demek ki neymiş; bir ülke çöl de olsa, geçit vermeyen dağlarla kaplı da olsa, acıtan bir soğukla mücadele etmek zorunda kalsa da, hammadde fakiri de olsa, eğitim, bilim ve teknolojiyle hepsinin üstesinden gelebiliyor.
Kurucu liderimiz, önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 20 Ekim 1927’de kaleme aldığı gençliğe hitabesindeki “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur.” sözü işte tam da buna -coğrafya kaderdir- tezine güçlü bir cevaptır.
Coğrafya kaderimiz değildir. Hele Türkiye’miz için hiç değildir!
0 Yorum