BÜYÜK AÇLIĞI UNUTMAYALIM
Millet olabilmenin şartlarında biri de acıda ve sevinçte bir arada olabilmek, kardeşlerinin hissettiklerini hissedebilmektir.
Uzun asırlar sonra yeniden kavuşan Türk dünyasının birlik ve beraberliğinin daimi olabilmesi için de duygu birliği olmazsa olmazlardan biridir. Bu gerçeği Mustafa Kemal Paşa, Azerbaycan örneğinde, “Azerbaycan Türklerinin sevinci bizim sevincimiz, kederi bizim kederimizdir” diyerek çok güzel ifade etmiştir. Sovyetlerin yıkılmasından sonra her geçen gün bütünleşme yolunda adımlar atmakta olan Türk ülkelerinin bu politikalarının kalıcı olabilmesi için, kardeş ülke halklarının her birinin derdi herkesin derdi, sevinci herkesin sevinci olabilmelidir. Bunun bir yolu da ortak tarihteki önemli olayları bilmekten geçer.
Bu yazıda, bu acılardan birinden, Kazak Türklerinin 1929-1933 yılları arasında maruz bırakıldıkları Büyük Açlık döneminden bahsedeceğim.
Sovyetler döneminde en büyük acıları çeken halklardan birisi Kazak Türkleri olmuştur. Bu coğrafyayı, sıcak denizlere ulaşmada aşılması gereken bir engel ve bunun için de Rusya’ya tabi topraklar haline getirme arzusundaki Sovyet yönetimi, devirdiği Çarlık yönetiminin politikasını aynen devam ettirmiş ve Kazaksız bir Kazakistan meydana getirmeye çalışmıştır. Bunu gerçekleştirebilmek için de, daha Birinci Dünya Savaşı sona ermeden, halkın baskılar karşısında ayaklanmasını bahane ederek on binlerce Kazak Türkünü katletmiş, şehirleri, köyleri, kasabaları yok etmiştir. Ardından bahanesi Basmacılık hareketi olmuş ve 1920’lerin başında yeni bir katliam serisine girişerek, yine çok sayıda sivili yok etmiştir.
Sovyet döneminde, pek çok baskı ve zulme maruz kalan Kazaklar, en büyük katliamlardan biriyle de büyük açlık yıllarında karşı karşıya kalmıştır. Özgür yaşamaya alışmış Kazakları, zorla kolhozlara tıkmak isteyen Sovyet yönetimi, Kazakların sahip olduğu yüzbinlerce baş hayvana da el koyarak devletleştirmiştir. Topraklarına da el koyarak, ürünleri zorla gasp etmiş, onları tam bir açlığa mahkum etmiştir.
Sözde Rus Çarlığını yıkan Bolşeviklerin, aslında geleneksel Rus dış politikasını devam ettirmesinden başka bir şey değildi. Nitekim, Rus Çarlığı da Kazakları zorla yerleşik hayata geçirmeye çalışmış, ellerindeki tek geçim kaynağı olan hayvanlarına el koyup, sistematik bir şekilde ölüm ya da göçe mahkum etmişti. Sovyetler de aynı şeyi yapıyordu. Kazak halkını kolhozlaştırma politikası altında yok etmeye çalışıyor, elindeki her şeye el koyuyordu. Göç ettirilen ya da ölümüne yol açtığı Kazak halkının yerine ise Rusları yerleştiriyor; ancak bunların herhangi bir açlığa, yoksulluğa maruz kalmaması için elinden geleni yapıyordu.
Kazak Türkleri, bu büyük kıtlık yıllarında öylesine bir açlıkla karşı karşıya kalmıştı ki, kuş, ot, ağaç kökleri hatta durumun daha da kötüleşmesi üzerine fare, köstebek gibi yabani hayvanları bile yemeye başladılar, açlıktan ölmemek için. Bu ise açlığın yanında bir de salgın hastalık ortaya çıkardı. Tarlalar, yollar halsizlikten düşüp ölen, hastalıktan hayatını kaybeden insanların oluşturdukları korkunç manzaralarla doluydu. Anneler, babalar evlatlarının açlıktan kıvranarak can verdiklerine şahit oluyorlardı. Özellikle kışın açlık ve yokluğun etkisi daha da artıyor; uçsuz bucaksız Kazak bozkırları donarak ölen insanların cesetleriyle doluyordu. Evler virane olmuş, yerleşim yerleri tam bir ıssızlığa dönüşmüştü.
Kazaklarda “felaket, yedi kardeştir’’ diye bir söz vardır. Bununla art arda yaşanan doğal felaketleri kastederler. Sovyet Rusya ise felaketin sekizinci kardeşi olarak ortaya çıktı. Hatta en kötüsü oldu. Bu öylesine büyük bir felaketti ki, 2 milyondan fazla insanın açlıktan ölümüne yol açmıştı. Bu, dönemin toplam Kazak nüfusunun yarısına yakınına denk geliyordu dersem belki durum daha açık anlaşılabilir. Denilebilir ki, 1920’lerde başlayıp 1930’ların sonundaki kitlesel katliamlar olmamış olsaydı bugünkü Kazakistan nüfusu en az 60-70 milyon arasında olurdu.
Ancak, iktidarı elinde tutan Sovyet yöneticilerinin umurunda bile değildi yaşananlar. Çünkü Rusların amacı bambaşka idi. Değinildiği gibi Kazak topraklarını Kazaklardan arındırmak istiyorlardı. Buralara Rus nüfus taşıyacak ve zamanla Rus toprağı haline getireceklerdi. Nitekim Sovyetler döneminde bir dereceye kadar amacına ulaşmışlardı. 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkıldığında Kazaklar azınlıktayken; Ruslar, toplam nüfusun yüzde 43’ünü oluşturuyorlardı.
Velhasıl, 1929-1933 yılları arasında yaşanan ve tarihe “Büyük Açlık” olarak geçen yıllar, Kazakistan tarihinin en acılı ve dehşet dolu yıllarından biri olmuştur. Yüzbinlerce insan açlıktan hayatını kaybetmiş, insanların erzak depoları silah zoruyla gasp edilmiş, yiyecek içeceklerine el konmuş ve zorla kolhozlarda yaşamaya zorlanmışlardır. Bu acı, Kazak bozkırlarında halen devam etmekte ve milli benliğin en dramatik hatıralarından birini oluşturmaktadır.
Yeri gelmişken, bugün de Doğu Türkistan Türklerinin, Çinlilerce benzer bir yok oluşa tabi tutulmakta olduklarının altını çizelim. Ve tüm Türk dünyasının acısını yüreğimizde hissetmeye çalışalım ki, büyük Türk milleti olabilelim.
Hava AVŞAR
Yazar
0 Yorum