BEHİYE YILMAZ’DAN  AHDE VEFA ÖRNEĞİ’’ BİR YILDIZ DAHA KAYDI’’

Gülnaz öğretmen, evinin penceresine düşen kar tanelerini seyrediyordu. Aylardan ocaktı. Her zaman yaptığı gibi camın kenarında, başında beyaz oyalı başörtüsü, gözleri uzaklara takılı bekliyordu. Kahverengi gözleri, dışarda yağan kar tanelerine eşlik edercesine damla damla yanaklarından aşağıya süzülüyordu. Yine buruktu yüreği. Ayağa kalkacak gücü yoktu. Evinin önünden kıvrılarak uzanan yolu, kimsenin gelmeyeceğini bilmesine rağmen, gözler dururdu bu saatlerde. Kocaman bir ömür geçip gitmişti işte. Hiç çocuğu olmamıştı ama binlerce çocuğa annelik etmişti. Hepsini tek tek hatırlıyordu. Hepsinin hikayesini biliyordu. Kara tahtanın önünde, kara önlüklü beyaz yakalı binlerce çiçek yetiştirmişti. Dizlerindeki ağrı olmasa koşarak bulacaktı hepsini. Onlara sarılacak, doya doya koklayacaktı.  Ahmet’i vardı mesela. Kara gözlüm derdi ona. Hayali doktor olmaktı. Ona ne oldu acaba? Dudakları titredi Gülnaz öğretmenin. Ne zaman gözlerini kapatsa, Karadere Köyünün kıvrım kıvrım yollarından ona doğru koşan öğrencilerini, çiçeklerini görüyordu.

Hala tebeşirinin tozlarını hissediyordu ellerinde. Oturduğu derme çatma küçük evinin, oturma odasın da gözleri daldı gitti uzaklara. Lekelenmiş ellerini birbiri içerisinde ovuşturdu. Dışarıda müthiş bir soğuk vardı. Islık çalan rüzgarın sesi, geçmişin parçalarını taşıyordu sanki küçük odasına. Tipiyle karışık yağan kar tanelerine benzetti kendini. Yönü belirsiz, uçuşan, düştüğü yerde bir güneşlik ömrü olan kar tanelerine. Buğulandı gözleri. Kalktı, elindeki bastonundan güç kuvvet alarak son odun parçasını da sobaya attı. Odunların alevinde büyüdü hayalleri. Neden hep yalnızdı? Neden kimse çalmıyordu kapısını? Ya çocukları büyüttüğü kır çiçekleri, kardelenleri, orkideleri, papatyaları neredeydiler?  Anadolu’nun her karış toprağında bıraktığı dağ çiçekleri neredeydiler? Unutmuşlar mıydı acaba Gülnaz öğretmenlerini? Kanatlarına Sığınan o küçücük yürekler kim bilir şimdi ne kadar büyümüşlerdi. İçinden “Ne olur Allah’ım, onları bir kez daha görmeden canımı alma.” Diye dua etti. Dışarıdan davudi bir ses duasına eşlik ediyordu. Ezan okunuyordu. Gözlerini kapadı, ruhunun her zerresine işleyen bu sesi kana kana içti.

           Buğulanan gözlerini elinin tersiyle kuruladı. Pencereye çarpan her kar tanesi ona unutulmuşluğunu daha da çok hatırlatıyordu. Bastonunun yardımıyla söndürdü ışıklarını. Sokak lambasından odasına süzülen ışığın aydınlığında biraz daha huzurlu hissetti kendini. Bu gün bir başka doluydu yüreği. Gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu. Akan her damla yüzünde yılların oluşturduğu derin çizgilerden süzülerek, tebeşir kokulu ellerine dökülüyordu. Aydınlık  ve karanlık. Biri gençliğini diğeri de şu anını anlatıyordu.  Gençlik bir kuş gibi uçmuş, yaşlılık kapısında bir asker gibi tekmil nöbet tutuyordu. Kapıya dayadığı bastonu “ Hey koca yürekli kadın, bak şimdi düştün elime” dercesine ona gülümsüyordu. Ayağa kalktı, sofadan biraz daha odun taşıdı küçük odasına.  Sönmeye yüz tutan sobasına birkaç odun daha attıktan sonra, ağırlaşan göz kapaklarına daha fazla söz geçiremedi. Uzandı yatağına.

         Uyandığında yalnızlığın canavar yüzü, yine kendini göstermişti.  Bu günün diğer günlerden tek farkı, akşamki fırtınanın bitmiş olmasıydı.  Yine kapısını çalan kimse olmayacaktı.  Bunu bilmesine rağmen yüreğinin bir köşesine saklanmış ufacık bir umut parçası da yok değildi. Kendi kendine söylenerek “Bir gün elbet beni hatırlayan biri olacak. Çalacak şu kapıyı. Ne kadarda büyümüşlerdir. Tanır mıyım acaba onları. Kim olduklarını hatırlayabilir miyim? “ Hayatla ilgili tüm umutlarını kaybetmesine rağmen bu beklentisi hiç bitmemişti Gülnaz öğretmenin.

        Pencerenin önüne, her zamanki yerine oturdu. Bu gün dağlar ağaran günle birlikte daha bir heybetli görünüyordu gözüne. Kar dinmiş ve yüreğinin bir yerinde ilkbahara özlemi,  sonbahara sitemi büyümüştü. Her sabah olduğu gibi, eski çaydanlığına suyu doldurdu. Titreyen elleriyle  çıkardığı  kibriti   yakarak  tutuşturdu ocağını. Baharı göremeyeceği korkusunu bir kez daha hissetti yaşlı yüreğinde. Ya bir daha Ayşelerini, Fatmalarını, Mehmetlerini göremezse. Gözlerinin önüne geldiler tek tek. Yanına oturdular.” Öğretmenim” dedi Ayşe. “Sizi çok özledik. Öyle özledik ki bakın biz geldik. Yanınızdayız. Sınıfımıza yeni arkadaşlarımız geldi. Onları size getirdik. Hadi öğretmenim. Geçen ders Necip Fazıl dan bahsediyordunuz. Bu gün bize şiirlerinden okuyacaktınız.” Sesler kulaklarında uğuldamaya başlamıştı. Uzun zamandır ilk defa gülümsedi yaşlı kuruyan dudakları. Kaynayan suyun buharıyla aldı başını gitti düşlerin bittiği yere. Uzandı. Dudaklarından tek tek dökülmeye başladı. ” Hadi çocuklar açın defterlerinizi. Yazın. Mustafa kemal yurdumuzu nasıl kurtardı. Sonrada istiklal marşımızın 10 kıtasını yazacaksınız.” Yavaşça uzandı yatağına. Gücünün tükendiğini hissediyordu.

          Bir ara kapının vurulduğunu duyar gibi oldu. Hayalle gerçek arasında gidip geliyordu. Kim gelirdi ki sabah sabah. Her zamanki gibi zihninin ona bir oyunu zannedip aldırmadı duyduğu sese. Bu sefer daha sert vuruluyordu kapısı. “Hayırdır” diyerek yanına uzanan hayat yoldaşı bastonuna dayanarak kapıya doğru ağır ağır yürüdü. Zihninin yeni bir oyunu olabilirdi bu ses. Yine de bir umutla açtı kapıyı. Kapıda iyi giyimli bir delikanlı duruyordu. “Afedersiniz. Emekli edebiyat öğretmeni Gülnaz hanım mı?” diye sordu. “Evet evladım. O benim. Hayırdır. Bir şey mi vardı”. Genç delikanlı saygıyla iliklediği ceketini iki eliyle kontrol ederek” Hocam sizi almaya geldim. “ dedi. Şaşırmıştı Gülnaz Öğretmen. “İyide evladım nereye gideceğiz?” dedi. “Sürprizmiş hocam. Size bilgi veremem. Hazırlanın isterseniz. Çünkü sizi almadan gitmeyeceğim bir yere.” “Peki evladım. Bekleyin biraz. Hazırlanayım.”  Diyerek içeriye girdi. Bacaklarına güç gelmişti sanki. Çok uzun zamandır dolabından hiç çıkarmadığı takım elbisesini giydi. Gözlüklerini taktı. Pamuk gibi bembeyaz saçlarını taradı. Yakasına rozetini taktı. Ayakkabısının tozunu silip giydi. Bastonunu eline alıp bükülen belini olabildiğince doğrultup dışarıya çıktı. Gelen delikanlı kapıda aynı saygıyla onu bekliyordu. Koluna girmek istedi.”Yardım edeyim hocam” dedi. Gülnaz öğretmen” Sağ ol evladım, kendim yürürüm” diyerek kapıda bekleyen arabaya bindi. Aylardır ilk defa evinden çıkıyordu. Arada sırada sol tarafına saplanan acı, bu gün yok gibiydi sanki.  Arabanın penceresinden, geçtikleri yolları ilk defa görürcesine izliyordu. İçinde garip bir heyecan vardı.

          Araba yolda ilerlerken genç delikanlı tek kelime konuşmuyordu. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Kapısında, kültür ve sanat merkezi yazılan büyükçe bir binanın önünde durana kadar binlerce ihtimal geçmişti kafasından. Ama hepsi  bir süre sonra yerini başka bir ihtimale bırakarak yok oluyordu. Genç delikanlı kapısını açıp” Geldik hocam. Buyrun “ dedi. Sessizce itaat etti. Delikanlıyı takip ederek mermer merdivenleri tek tek çıktı. Kapıdan sağ tarafa döndüklerinde kocaman çift kanatlı kapı aralandı. İçeriden dışarıya iyi giyimli genç bir kadın çıktı ve “ Buyrun hocam sefa getirdiniz. Hoş geldiniz” dedi. Tanıdık gelmemişti bu yüz ona. Sadece komutlara uyuyor ve nereye ne için gittiğini bilmeden ilerliyordu. Büyükçe bir salona girmişti açılan kapıdan. Burası bir tiyatro sahnesiydi. Sahnede takım elbiseli bir genç bir şeyler anlatıyordu. Bütün koltuklar doluydu. Sahnedeki genç kapının açılmasıyla kafasını kaldırmış ona bakarak ”Evet sevgili misafirlerimiz. Beklediğimiz şeref konuğumuz Gülnaz Öğretmenimiz teşrif buyurdular. Hoş geldiniz hocam.” Sözünün bitmesiyle salondaki her kes ayağa kalkmış alkışlamaya başlamıştı. Şaşkınlık içinde sahneye doğru ilerlemeye başladı. Merdivenleri içinde kocaman bir merakla karışık heyecan yumağıyla çıktı. Sahnedeki genç yanına geldi elini öptü.” Hocam” dedi. “Ben Kavlaklı köyünden 42 selim. Sizin aldığınız ayakkabıyla ve paltoyla okulu bitirmiştim. Her ay hesabıma yatan ve kimin gönderdiği belli olmayan bursla okulumu bitirip Milli Eğitim Müdürü olarak 3 ay önce burada göreve başladım. Bakın bakalım salondakileri tanıyacakmısınız?” Sözü biter bitmez ilk sıradaki beyefendi ayağa kalktı ”Ben 308 Ahmet,18 Yasemin, 678 Nuri, 654 Zeynep………” Tüm salon tek tek ayağa kalkıyor ve numaralarını ve isimlerini söyleyip yerlerine oturuyorlardı. Gülnaz öğretmen susuyordu. Sadece gözlerinden akan damlalar konuşuyordu şimdi. Sessiz damlalar bir süre sonra hıçkırıklara dönmüş, sanki gök yarılmıştı da sağnak sağnak yağıyordu,  şimdi yeryüzüne. Son kişide numarasını ve adını söyledikten sonra bütün salon ayağa kalkmış alkışlıyordu. Ağır ağır yürüdü mikrofona doğru. Sesi titriyordu. Yüreği başka, gözleri başka, sesi bir başka ağlıyordu. Bütün salonu bir bir süzdü bir süre. Ağzından” Benim çocuklarım, çiçeklerim, dağ çiçeklerim. Çok bekledim sizi. Çok özledim. Geldiniz işte. Demet demet geldiniz. Mis kokarak geldiniz. Zeynep’im,  Ahmet’im, Selimim hepiniz buradasınız. Artık gam yemem.” Hıçkırığa dönen gözyaşlarına artık hükmetmiyordu. Dizlerindeki dermanı kalmamıştı. Tek dileği son kez onları görmekti.  Dileği gerçekleşmiş hepsini beraber aynı anda görmüştü işte. Gözlerinin karardığını hissetti. Daha fazla dayanamadı yaşlı yüreği. Yavaşça dizlerinin üzerine diz çöktü. Gözlerinin önünde siyah önlüklü, beyaz yakalı, saçları çift örgülü ellerini ona uzatmış öğrencileri geldi.  Sonrada kocaman bir aydınlığın içinde kanatlanıp uçtuğunu görüyordu. Son dileğiydi. Kendi ektiği çiçek bahçesinde, onlarla başladığı hayatı yine onlarla sona ermişti. BİNLERCE YILDIZIN ARASINDAN BİR YILDIZ DAHA KAYMIŞTI. Ruhun şad olsun. Rahat uyu yattığın yerde Gülnaz Öğretmenim.

Behiye Yılmaz

Eğitimci-Yazar

Eserin adı: Bir Yıldız Daha Kaydı

21.03.2021

HRC MEDYA

Kahramanmaraş Özel Karaoğlan kişisel gelişim kursu

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Puan Durumu

Takım OM G M P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21

Reklam

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

Kahramanmaraş Nöbetçi Eczaneler

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150
Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

E-Bülten Aboneliği