24 NİSAN YAKLAŞIYOR, ABD BAŞKANI NE DİYECEK?
İsmail CİNGÖZ Her yıl 24 Nisan yaklaşırken basın “Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Ne Diyecek?” başlıkları atmaya başlar. ABD Temsilciler Meclisi'nden bazı üyeler ABD Başkanına ortak mektup göndererek, 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımlamasını isterler. Bu süreç basında ayrıntılarıyla işlenir. O gün geldiğinde kameralar önüne geçen ABD Başkanları, 1915’te yaşananlar Büyük Felaket / Meds Yeghern” der ve “Soykırım / Genocide” demedi diye Türkiye’de derin bir ohh çekilir.
Genel olarak her yıl 24 Nisan’da Avrupa ülkeleri meclislerinin gündeminde “Birinci Dünya Savaşı sırasında (sözde) yüz binlerce Ermeni’nin katledilmesi(!) görüşülür.” Ardından Devlet Başkanları/Başbakanları ile parlamento üyelerinin de katılımlarıyla en büyük Katedrallerde (sözde) “Ermeni Soykırımı Anma Ayinleri” yapılır. Bu etkinlikler dost(!) ve müttefik(!) ülkelerde gerçekleştirilirken, bu esnada ABD ve Avrupa ülkelerinden temsilcilerin de katılımlarıyla Erivan’da da anma etkinlikleri yapılır.
Yaklaşmakta olan 24 Nisan için gündem ve seremoniler üç aşağı, beş yukarı aynı olacaktır. Türkiye’de ise O gün, resmî açıklamalarla Ermeni iddialarının asılsız olduğu, Ermenistan’ın arşivlerini tarihçilere açarak olayın objektif incelenmesi gerektiği beyan edilir. Birkaç Sivil Toplum Kuruluşu (STK) ile bazı üniversitelerde de (belki) Ermeni iddialarına karşı panel veya sempozyum düzenlenerek gündem atlatılır. Fakat Ermeni diasporası ve lobileri sürekli ve kesintisiz çalışmalarla adeta7/24 “Sözde Soykırım olaylarını” kendi lehlerine olacak şekilde gündemde tutmaya azmetmiş olarak çalıştıkları bilinmektedir. Bu uğurda her yıl binlerce kitap, broşür, reklam vs. akla gelen her türlü iletişim yöntemleri ile kitlelere ulaşmaya çalıştıkları görülmektedir.
Türkiye ve dünya kamuoyu açısından; “Ermeniler kimdir, Türk-Ermeni İlişkilerinin tarihi süreci nasıl yaşanmıştır, 1915 Olayları nedir, sürece nasıl gelinmiştir, sonrasında neler olmuştur?” gibi bir dizi soruların cevapları “objektif olarak yanıtlanmadığı sürece” Türkiye’nin sözde soykırım ithamlarıyla karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacağı muhakkaktır.
Ermeniler ve Ermeni uygarlığı hakkında yapılan çalışmaların XIX. Yüzyıldan itibaren Fransa merkezli olarak yoğunlaştığı görülmektedir. Bu çalışmalara göre Orta Anadolu ile Kafkasya arasındaki bölgede yaşadıkları tezinden hareketle Ermeni tarihi Urartulara ve Tevrat’a kadar götürülmektedir[1]. Fakat ilk olarak Pers Kralı Darius’un M.Ö. 6. Yüzyıla tarihlenen kitabelerinde rastlanan Ermeni adı, bir milletten ziyade Doğu Anadolu bölgesini tanımlayan bir coğrafi alan için kullanılmaktadır. O dönemde kendilerini “Haiklar” olarak tanımlayan etnik bir unsurun daha sonraki yıllarda “Ermeni” ismini benimsedikleri anlaşılmaktadır. Zira o dönemde “Armenia Bölgesinde oturanlar” anlamında “Ermeniler” ismi verilmiştir. Dolayısı ile M.Ö. 3. Binyılda da Haiklar’ın Doğu Anadolu’ya gelmelerinden yaklaşık 1600 yıl önce de Doğu Anadolu için Akkad çivi yazılarında da bu bölgeye “Armanu” veya “Armenia” denildiği görülmektedir. O dönemde bu coğrafyada Ermenilerle hiçbir akrabalık bağı bulunmayan Urartular bulunmaktaydı. Hatta bu tabletlere göre Ermenilerden daha önceki yüzyıllarda bu bölgede Türklerin varlığına rastlanıldığı da anlaşılmaktadır. Eldeki verilere göre M.Ö. 6. Yüzyıldan önceye gitmeyen Ermeni tarihi incelendiğinde; M.Ö. 8. Yüzyılda Balkanlarda yaşanan Trak göçleri neticesinde Anadolu’ya geldikleri ve iki yüzyıl sonra Urartu Devleti’nin yıkılmasının ardından Van Gölü havzasına yerleşerek Pers Krallığı egemenliğine girdikleri değerlendirilmektedir[2].
Ermenilerin Anadolu’da yaşadıkları süre içerisinde bağımsız bir devlete sahip olmadıkları görülmektedir. Pers İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Ermeniler; Makedonya Kralı Büyük İskender, Seleukos İmparatorluğu, Romalılar, Bizanslılar, ardından Türk devletleri Selçuklu ve Osmanlı egemenlikleri altında yaşamışlardır. Egemenliği altında kaldıkları ülkelere vergi ödeyerek varlıklarını sürdüren Ermeniler, en iyi muameleyi de Türklerden görmüşlerdir. Bu süreç incelendiğinde Türk-Ermeni ilişkilerinin Türklerin Anadolu’ya son kez geldikleri 11. Yüzyıldan itibaren başladığı ve Osmanlı Devleti idaresinde önemli roller de üstlenilmek suretiyle 19. Yüzyıla kadar sorunsuz ve “Millet-i Sadıka” unvanı alacak kadar iyi seyrettiği bir gerçektir.
1789 Fransız İhtilali’nin ardından yayılan Milliyetçilik Akımı, bir çok imparatorluk gibi zayıflama ve duraklama dönemine girmiş olan Osmanlı Devleti’ni de olumsuz etkilemiştir. Özellikle 19. Yüzyıl ortalarından itibaren Rusya ve ABD’nin de içerisinde yer aldığı emperyalist devletlerin teşvik ve kışkırtmalarıyla Osmanlı tebaası milletlerde başlayan bağımsızlık hareketlerinden Ermeniler de etkilenmiştir.
İlk olarak Ocak 1820’de İzmir’e geldikleri bilinen[3], ardından 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları sayesinde Osmanlı topraklarında faaliyetlerini daha rahat yürütebilen ABD menşeili misyonerlerin gayretleriyle 1863’te İstanbul’da, 1866’da da Beyrut’ta açılan Robert Kolejlerini yenileri takip etmiş ve 1900’lerin sonunda Amerikan okullarının sayıları 500’ü aşmıştır. Osmanlı vatandaşı Müslüman ve Yahudi halk üzerinde beklediği etkiyi göremeyen Amerikan Protestan okulları Ermeni tebaaya yönelmiş ve Protestan Hristiyan sayısında hızla artış yaşanırken[4] bir taraftan da devlete karşı bağımsızlık hareketleri başlamıştır.
1836, 1840, 1842, 1853, 1854 ve 1895 yıllarında “American Board of Commisioners for Foreign Missions”a bağlı misyonerlerin teşvikleriyle Maraş/Zeytun Ermenilerinin defalarca devlete karşı isyan hareketlerine giriştikleri görülmektedir[5]. Ermeni milliyetçiliğinin aşılanması ile komitecilerin karargâhı haline gelen Ermeni Patrikhanesi ve kiliseleri hedefledikleri sözde bağımsız Ermeni devleti için var güçleriyle çalışırlarken, Maraş, Zeytun, Andırın, Bitlis Gümüşhane, Bayburt ve Harput bölgelerinde isyanlar çıkarttıkları, hedefledikleri devletin Akdeniz’e de açılması gerektiğinden hareketle; Adana, Maraş, İskenderun bölgelerinde de yoğun bir faaliyet içerisinde oldukları görülmektedir. Bu arada yine masum Müslüman Türk halkına karşı saldırılarını sürdürdükleri ve binlercesini vahşice katlettikleri de unutulmamalıdır.
Balkan Harbi’nden sonra dernek ve siyasi faaliyetlerini arttıran Ermeniler, yaşadıkları her bölgede buldukları her fırsatta Türkleri katletmişledir. 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan Birinci Dünya Savaşı’na 3 Ağustos 1914 itibariyle fiilen katılan Osmanlı Devleti bir çok cephede savaşı sürdürürken; Adana, Van, Bitlis, Sivas, Erzurum, Trabzon ve Diyarbakır başta olmak üzere cephe gerisindeki Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde binlerce masum Türk; çocuk kadın, yaşlı ayırt edilmeksizin akla hayale gelmedik yöntemlerle düşmanla işbirliği içerisinde olan Ermeniler tarafından katlediliyordu. Bu döneme ait arşiv belgeleri yapılanları kanıtlamaktadır.
Ermenilerin yaptıkları katliamlar sadece Anadolu ile sınırlı kalmamıştır. Kafkaslar ve Azerbaycan coğrafyasında da binlerce Türk, Ermeniler tarafından vahşice katledilmiştir[6].
Cephe gerisinde Ermenilerin Müslüman halka karşı saldırılarını engelleyemeyen Osmanlı Devlet idaresi son çare olarak 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu’nu çıkartmış ve göç ettirilmesine karar verilen Ermenileri yine kendi toprakları içerisinde bulunan Suriye bölgesine göç ettirmiştir. Unutulmamalıdır ki savaş halinde olan Osmanlı Devleti, devlet aleyhine sürdürülen ve içten çökertmek amacıyla hareket eden Ermenileri başka türlü kontrol edemeyeceği kanaatinden hareketle bir zorunluluk olarak Tehcir Kanunu’nu çıkartmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Tehcir Kanunu çerçevesinde nakli gereken Ermenilerin hareket ettirilmeden önce çiçek, tifo, tifüs, kolera aşılarıyla aşılanmaları, yolculukları esnasında ve yerleştirilecekleri bölgelerde mallarının ve canlarının koruması, sıcak yemek verilmesi başta olmak üzere iaşelerini sağlamak ve rahatlarının sağlanabilmesi gibi tedbirlerin imkanlar ölçüsünde alınması için çalıştığı, yeni yerleşim bölgelerinde evler inşa edilmesi, mal, toprak ve tohum dağıtımları yapılması, zanaatkarlar için sermaye verilmesi, öğrenim çağındaki çocuklar için okullar açılması gibi ihtiyaçların dahi karşılanması adına ilgili makamlara talimatlar verildiği arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
Alınan bütün tedbirlere rağmen Ermenilerden bazı kayıplar verildiği Osmanlı Arşiv belgelerinde de görülmektedir. Zira Birinci Dünya Savaşı’nı yürüten devletin almaya çalıştığı bütün tedbirlere rağmen, başta hastalık, ilaç yetersizliği ve iklim şartlarına bağlı olmak üzere türlü nedenlerle hayatını kaybedenler olmuştur. Göç güzergahı üzerinde bulunan yerleşim bölgelerinde bulunan Müslümanlardan Ermeni mezalimine uğramış olanların kin ve öç alma saikiyle hareket ederek kafilelere bazı saldırılar yaptıkları bir gerçektir. Göç kafilelerini korumakla görevli askerlerin bu saldırıları önlemekte yeterli olamadıkları zamanlar da olmuştur. Saldırıyı gerçekleştirenlerin de engel olmakta zafiyet gösteren görevlilerin de ağır şekilde cezalandırıldığı bilinmektedir. Hatta haksız yere ve sırf Batı’lıları memnun edebilmek adına 10 Nisan 1919’da Boğazlıyan Kaymakamı (Milli Şehit) Mehmet Kemal Bey, 5 Ağustos 1920 tarihinde de Urfa Mutasarrıfı Mehmet Nusret Bey Ermenileri koruyamadıkları gerekçesiyle idam edilmişlerdir.
Talat Pasa’nın İttihat Partisi’nin son toplantısında yapmış olduğu değerlendirmelerine göre tehcir esnasında Ermeni kaybının yaklaşık 300.000 olduğu görülmektedir. Bu sayı Batı’lı kaynaklarca çok daha abartılarak 1.500.000’e kadar çıkartılıyor olsa da o dönemde Osmanlı Devleti sınırları içerisinde toplam 1.300.000 Ermeni olduğu[7] hesaba katılırsa Batı’nın abartısı ortaya çıkmaktadır.
Ermenilerin Türk Milletine karşı Anadolu’da, Kafkaslarda ve Azerbaycan coğrafyasındaki ihanet ve saldırıları, Millî Mücadele döneminde de devam ettiği gibi 1988-1994 Karabağ Savaşı’nda, 13 Ocak 1990-14 Şubat 1990 Bakü ve 25-26 Şubat 1992 Hocalı Soykırımlarıyla da devam etmiştir.
Sonuç Olarak;
ABD’nin yeni Başkanı Joe Biden’in de 1915 olayları için 24 Nisan 2021’de ne diyeceğini merakla bekleyenler olduğu bilinmektedir. Ermeni lobisinin “soykırım” dedirtebilmek için büyük gayretler içerisinde olduğu muhakkaktır. Fakat ABD yönetiminin Türkiye’yi karşısına almak istemeyeceği değerlendiriliyor olsa da yeni yönetimin alenen Türk düşmanlığı içerisinde olduğu bilinmektedir. Dolayısı ile son yıllarda gergin olan Türk-Amerikan ilişkileri böyle hassas konuda yeni bir krizi daha kaldırmayacaktır.
Sözde soykırım yalanını kabul eden ülkeler sırf siyasi nedenlerle hareket etmişlerdir. Sözde Ermeni soykırım iddiaları ABD’nin 43 eyaletinde ve Avrupa ile Latin Amerika’da ise yirmiden fazla ülke tarafından kabul edilmiştir. Bu ülkeler içerisinde Yunanistan ve Fransa haricinde olanların kararları tavsiye niteliğinde veya yerel parlamentolar düzeyindedir. Fakat Yunanistan ve İsviçre yasalarına göre 1915 olaylarının soykırım olduğunu kabul etmeyen açıklamalar yapmak suç kabul edilmektedir.
Anadolu’da tarihin hiçbir evresinde bağımsız bir devlet kuramamış ve tabi oldukları bütün devletlere vergi vermek suretiyle varlığını sürdüren Ermeniler, en iyi muameleyi, insan yerine konulmayı ve devlet kademelerinde çok üst makamlara sahip olmayı Türk Devletlerinde görmüşlerdir. Fakat ABD, Rusya ve Batı’nın emperyalist devletleri Ermenileri piyon olarak kullanmak suretiyle Türk Milleti’ne karşı kışkırtmışlardır.
Bin yıldır iyilik gördükleri Türk Milleti’ne karşı ihanetleri, hunharca katliam ve soykırımları tarihi vesikalarla belgeli olan Ermeniler, 1800’lerden itibaren saldırı ve başkaldırı içerisinde olmuşlardır. Ermenilerin sırf Birinci Dünya Savaşı döneminde katlettikleri Türk nüfusu, kendi kayıplarından kat kat fazla olduğu başta Türk arşivleri olmak üzere Ermenistan, Rusya, ABD ve diğer Batı ülkelerinin arşivlerinde de mevcuttur.
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreş’te yapılan Taşnak Partisi Ermeni meselesi toplantısında sunduğu raporda beyan ettiği itirafları Türk Tezlerini doğrulamakta ve Ermeni iddialarını çürütmektedir. Türk Milleti’ne karşı kendi uyguladığı katliam ve soykırımlarını yok sayarak, olmamış sözde bir soykırım yalanını kabul ettirmeye çalışan Ermeniler, Ermenistan arşivlerini uluslararası kamuoyunun incelemelerine aç(a)mamaktadır. Çünkü yıllardır ileri sürdükleri yalanlarını kendi arşivleri de çürütecektir.
Son söz olarak; Ermenilerin Türklere yaptığı soykırımları, Fransa’nın Cezayir başta olmak üzere sömürgelerindeki soykırımları, ABD’nin Kızılderililere uyguladığı soykırımları ve Yunanistan’ın Millî Mücadele döneminde Anadolu’da işgal yıllarındaki katliamları unutarak tarihinde soykırım uygulamamış Türkleri soykırımla suçlamalarını tarih affetmeyecektir.
HRC MEDYA :
İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com
[1] Yücel AKTAR; “Enver ve Cemal Paşalarla Osmanlı Valileri, İmzalı Belgeler, Soykırım Tezlerini Çürütüyor”, Yeni Türkiye, S.60, 2014.
[2] Ekrem MEMİŞ; “Ermenilerin Kökeni ve Geçmişten Günümüze Türk-Ermeni İlişkileri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Bilimler Dergisi, S. 7/1, 2005.
[3] Ayten SEZER; “Osmanlı Döneminde Misyonerlik Faaliyetleri”, http://www.ait.hacettepe.edu.tr/akademik/arsiv/misy.htm
[4] İsmail CİNGÖZ; “Türk-Amerikan İlişkileri (Osmanlı Dönemi)”, Ticari Hayat Gazetesi, 08.08.2018.
[5] Nejla GÜNAY; “Zeytun İsyanları”, http://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/zeytun-isyanlari/
[6] Sevil ABBASOĞLU İREVANLI; “Kafkaslardaki Kıyım ve Sürgünler-Batı Azerbaycan’da Rus ve Ermenilerin Yaptığı Soykırım-”, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2015.
[7] Ekrem MEMİŞ; “Ermenilerin Kökeni ve Geçmişten Günümüze Türk-Ermeni İlişkileri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Bilimler Dergisi, S. 7/1, 2005.
0 Yorum